Yorulursunuz bazen… Hayattan, işten güçten filan da değil sadece… Varolmaktan, özlem duymaktan, hak ettiğiniz değeri görmemekten, insanların gerçek yüzlerinden, istekleriniz bu kadar azken ellerinizin boşluğundan, belki de en çok anlamaktan yorulursunuz. Evet anlamaktan… Fernando Pessoa’nın da dediği gibi kaçtığınız bütün savaşların yaralarını taşımaktan ve başkalarını ya da hayatı anlamak için kendinizi yok etmekten yorulursunuz. Bugün de dünkü gibi hissetmekten, yaşamaktan zevk almayı istedikçe acı çekmekten ve tüm bu acıları hiç kimseye belli etmemek isterken yorulursunuz en çok…
Birçok insan bu halinizi görüp söyler ya hani “Boş ver, hayatını yaşa” diye… Ne kadar hoş geliyorsa kulağa o kadar uzaksınızdır o hayalinizdeki hayatı yaşamaya… İçiniz çok konuşkan olur bazen hani, fakat umutsuz bir sessizliğe dönüşüverir diliniz… İşte bunlar hep yalnızlıktan dersiniz… Belki iyi bir dinleyiciniz olmadığından, belki sonbahar yaklaşırken yaprakların solmasından, ya da doğa cıvıl cıvıl yazı karşılarken ve herkes mutlulukla sevdiklerini kucaklarken yalnız olmaktan usandığınız için susarsınız. Susmak iyidir de bir de içini susturabilse insan… Biraz da kendinden uzaklaşıp dinlenebilse…
İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur diyen E.M.Cioran huzuru yitirdiğimizi düşünürken, anlamanın kahrediciliğini şu sözle ne kadar da güzel anlatır; “Bilinç ete batmış bir kıymıktan çok, saplanmış bir hançerdir.”
Siz hayatın içinde hiçbir şeyin üzerine düşünmek istemezken, gizlenen, saklanan, çarpıtılan, tozpembe halde önünüze sunulanları tüm çıplaklığı ile görüp anlamaktan yorulursunuz. Zam var mıdır mesela, olur mu hiç güncelleme vardır. Ekonomik küçülme değildir o, negatif büyüme vardır. Zarar etmez kimse, bütçe açığı vardır. İşten çıkarma da yoktur, yeniden yapılanma vardır. Yasak da yoktur mesela, düzenlemeler vardır. İhmal de yoktur asla kaderdir o. Kibir yoktur kimsede, özgüven vardır… İşte bunlar gibi size süslenip püslenip en güzel haliyle sunulan sözcüklerle ömrünüzün çürüdüğünü hissedersiniz.
Ama her şeye rağmen güzellikler de vardır bilirsiniz. Çabalarsınız onları görebilmek için… Mucize gibi yetişiverirler hüznünüze. Sihirli sözcüklerle, yazın sıcağında serinleten bir rüzgar gibi, gözyaşı yağmurunda açıveren bir güneş gibi, uçurumun kenarındaki umut gibi içinizin derinliklerini işaret eder size… “Sen, önemlisin” der adeta…
Gözyaşlarınızı silip, ruhunuzu aydınlatan, değerli olduğunuzu size fısıldayan o sesi dinleyin… Yaşam; hayallerinizi erteleyecek, yitirdiklerinize üzülecek ve kendinizi yaşarken öldürecek kadar uzun değil… Kederlenmek için seçilmiş bir kişi olduğunuz yanılsamasından kurtulun … Kederlerinizi sevin… İçinizdeki cehennemi, cenneti, ıstırabı, acıyı sevin… Bırakın her şeyin tadı kaçsın… Okumamak için kitaplar alın mesela, müzik dinlememek için konserlere gidin, yürümekten bıktığınız için yürüyüşe çıkın… İnatla gülümseyin ve yola devam edin. Yanınızda olmak isteyenler zaten bir yolunu bulup yanınızda olacaktır.
Kendi gerçeğini kabullenen zamanı mutlu yaşar, mutlu zamanlar keşkelerin bitimidir...
Çok güzel olmuş kaleminize sağlık
Kalemine, yüreğine sağlık Arkadaşım...
Dünü unutmayarak bugünlere taşıdığımız kavga ile yarınlarımızı yok ettiğimiz şu dünya da. Muhteşem bir yazı. Kaleminize yüreğinize sağlık.
duygular güzel anlatılmış, etkilendim ve sevdim, hatta yakın buldum. Duygu yüklü bu yazıda mesleğin esintileri olmamış bur da sanki, sevgili Ayşegül. kalemine, yüreğine sağlık.
Yanındayız ablacım❤️.
Güzel yazmışsın Ayşegül hanım kaleminize sağlık.