Tarih 21. Yüzyılı yazarken korona virüsten önce ve korona virüsten sonra diye kayda alacak yaşadığımız şu akla zarar zamanları ve bizleri...
Zaman zaman yaşadıklarımızın gerçekliğinden kuşkuya düşsek de, bizler tarihe geçecek bu süreci yaşayanlarız. Neyimiz var neyimiz yok sayıp eksikleri gideriyoruz ki sıkıntıya düşmeyelim.
Büyüklerimiz; çalışmak zorunda olanları parantezin dışında bırakıp “Hayat eve sığar” dediler… Biz de yeni aldığımız devasa mobilyayı sağından solundan ite kaka salonumuza sığdırmaya çalışır gibi hayatı eve sığdırmayı deniyoruz…
Önce parantezin dışındaki hayatı eve sığmayanlarımız var:
Örneğin; çalışma koşullarını umursamadığımız ama üç beş akşam riyakarca alkışladığımız! Bizi iyileştirmek için kendi hayatlarını riske atan, doktorlarımız, sağlık çalışanları var. Fabrikalarda çarkları döndürüp üretimi sürdüren işçiler, market, esnaf, gıda temizlik ve hizmet sektörü çalışanları vs. onların hayatı ekstra riskli, önlemleri de kendilerince alınıyor mutlaka…
Hayatı eve sığanlarımızın neleri neleri var?
Başımızı sokacak evimiz, faturasının akıbeti belli olmasa da elektriğimiz, suyumuz, doğalgazımız, internetimiz, cep telefonlarımız var. Mutfaklara yığdığımız makarna, un, bulgur, bilumum erzakımız var. Sosyal medya var. Online okul var, home ofis işimiz var.
Ha bir de en sevdiğimize bile üç adımdan fazla yaklaşmamıza izin vermeyen gözle görülmeyen minik bir virüs ve koskocaman ölüm korkumuz var!
Nelerimiz yok;
Pazartesi sendromu yok mesela, sahilde ya da sokakta söyle bir turlamak, arkadaşlarla buluşup kahve içmek, sevdiğiniz mekanda dostlarla yiyip içip eğlenmek, şu güzelim bahar günlerinde hafta sonu pikniğinde mangal yellemek, çarşı pazar gezip seçe seçe alışveriş yapmak, eşi dostu ziyaret edip sarılmak, kucaklaşmak, şurda burda buluşalım diye randevulaşmak yok.
“Yaklaşan bayramda aile büyüklerini ziyaret etmekten sıyırıp nasıl tatile kaçarım” konulu bahane uydurmak için kafa patlatmak yok. Çünkü bu yıl el öpmeli, sarılmalı, kucaklaşmalı kutlanacak bir bayram ihtimali yok...
Bu kadar kısa sürede ne kadar çok şey eksilip gitmiş hayatımızdan farkında mısınız?
Elbette bu süreç bir şekilde geçip gidecek, neler getirip neler götürdüğünün hesabını da yapacağız mutlaka.
Ama önce duruma uyum sağlamayı öğreniyoruz…
Günlerin ne kadar uzun, filmlerin ne kadar kısa olduğunu öğreniyoruz mesela…
Dünyanın ne kadar büyük, balkonumuzun, bahçemizin ne kadar küçük olduğunu farkediyoruz…
Uzun vadeli gezi tatil vs planları yaparken, şu güzelim havada içerde vakit geçirmeyi öğreniyoruz.
İstediğinde kapıyı çekip gidebilmenin, rüzgarı maskesiz yüzünde hissetmenin nasıl muhteşem bir özgürlük olduğunu öğreniyoruz.
Biz üstüne basmazsak kaldırım taşlarının arasında otlar bittiğini, çiçek bile açtığını görüyoruz...
Aslında doğanın bize ihtiyacı olmadığını; insanlar sokaktan çekilince doğanın kendini ne kadar çabuk yenilediğini öğreniyoruz...
Ve bu iş ne kadar sürecek bilmiyoruz. Belki sandığımızdan uzun süre evlerimizde hapis kalabiliriz…
Doğa kendi tarihini yazıyor, peki ya biz?
Hiçbir savaş, hiçbir salgın, hiçbir felaket içinden çıkılmaz değildir. İlla ki bir şekilde bu durumdan da çıkacağız…
Sonrasında hayatın bize düşen kısmının nasıl devam edeceğini bu durumdan çıkış şeklimizle belirleyeceğiz…
Böylesi büyük bir salgını salgını hasbelkader atlatan, ama hurafeyi, cehaleti, küçük hırsları ve bencilliği aşamayıp kaldıkları yerden devam eden “yenilenler” olabiliriz…
Ya da; bu felaketi çözüm üretecek ortak aklı ve umudu koruyup, ortak değerlerimize sıkı sıkı tutunarak dayanışma ile birlikten güç doğurmayı başaran toplumun bireyleri olarak aşarız. Ve sonrasında attığımız her adımın sonuçlarını bilerek, doğanın dengesine uyum sağlayarak, çok çalışarak, kendimizi yeniden inşa etmeyi öğrenirken, kendimizle birlikte tüm dünyayı değiştirip “yenilenenler” olabiliriz.
Yani salgın ertesi zamanlar bizim için, hayatımızda neyin olup olmayacağına, tarihin bizi nasıl yazacağına karar verme zamanı…
Yenilecek miyiz, yenilenecek miyiz?