Yeşilçam filmlerinin unutulmaz repliğidir, köyden kente göçen adamın uyumsuzluğunu cehaletini üç kelimeyle yüzüne vuruverir "başka İstanbul yok"...
Milletçe geldiğimiz aşamada ben de diyorum ki "başka Türkiye yok". Bunu demekten amacım uyumsuzluk ve cehaletimizi değil; aymazlığımızı, umursamazlığımızı, adam sendeciliğimizi yüzümüze yüzümüze vurmak.
Burası bizim toprağımız. Vatan, yurt, ülke adına ne diyorsak. Üstelik ağır bedeller ödeyerek yurt edinmişiz. Yani buradan öte yol yok. Yolunu bulanlar zaten çoktan yeni ikametgâhlarını edinmişlerdir. Sözümüz kalanlara bu toprakları yurt bilenlere olsun.
Kendi toprağımızda dilediğimizce özgür yaşamak istiyorsak eğer; elimizden alınmaya çalışılan yaşam şeklimizi koruyacağız. Birlikte yaşama ve yurttaş olma bilincini; demokrasiyi, aydınlanmayı, yalana, dolana, arsızlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa ve elbette teröre bulaşmadan, bulaşanların karşısında dimdik durarak kuracağız.
Elbette oturduğumuz yerden şikayet etmekle yetinmeyeceğiz, mücadele edeceğiz… Üstelik bu mücadele için herhangi bir siyasi gruba ait olmak gibi bir zorunluluğumuz yok. Bu ülkenin yurttaşı olmak yeterli.
Çok değil üç yıl önce, “Benim de diyeceklerim var. Ve bunu sadece "x" partisi, "y" derneği aracılığıyla değil, duvar yazımla, sloganımla, mizahımla, şarkılarımla, yaşama sevincimle de gösterebilir, haklarımı koruyabilirim” diye yola çıkan her yaştan yüzbinlerce insan gezi eylemlerinde bunu söyledi. Ciddi boyutta şiddete maruz kaldılar, ama bir yere gitmediler. Acılarına sahip çıkıp umutlarını koruyorlar.
Dozu giderek artan baskı ve sansür ve insan hakları ihlalleri karşısında bir direniş zorunluluk haline geliyor.
Bürokrasi ve siyaset kurumunun kendi sorumluluk alanlarındaki sorunları çözmek gibi konuları bir yana bırakıp, etnik ve dini kökenler ya da cinsiyet kavramları üzerinden, hak, inanç, özgürlük yaşam biçimlerini yeniden şekillendirmeye çalışmasına dur demek gerekiyor.
Bu şekilde baskı yoluyla sosyal hayatı biçimlendirme ve sansürlerin, bu dini ve kültürel akrabalık coğrafyasına bir faydası olsaydı, sınırlarımız komşu ülkelerden kaçabilmek için ölümü göze alanların kaçış noktası haline gelmezdi.
Gidecek başka yeri olmayan, olsa da gitmeyi düşünmeyen bu ülkenin insanları olarak çocuklarımıza şefkatli, cesur ve adil olmayı, bilgiye, emeğe değer vermeyi ve umudu korumayı ve direnmeyi öğretmek zorundayız.
Kendi yaşam biçimini korumanın başkalarının hassasiyetlerine ve acılarına karşı duyarsız olmak demek olmadığını bilmeliler.
Yani şu günlerde verilecek en kolay örnekten yola çıkarak; insanların Ramazanda oruç tutmuyor diye linç tehlikesi yaşamadığı (ki bugünlerde bu tür haberler okuyacağız) ya da oruç tutanın inancına saygısızlık edilmediği bir ülke olmayı yeniden becerebiliriz.
Sadece insan ve yurttaş olma ortak paydasında buluşup elele vererek baskı, ayrıştırma ve sindirme yoluyla tepemize çöreklenen yobaz zihniyetin gücüne karşı direnmeyi başarmak bu yolda atılacak ilk adımdır.
En başında da demiştik " başka Türkiye yok"
Tüm inananların Ramazan ayı kutlu olsun...