8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
New Yorklu kadın işçilerin eşitlik mücadelesinin bayrağını göndere çektiği 159 yıldan beri, her çevreden kadınların katılımıyla, bir mücadele günü.
Bugün, işçi kadınların, “eşit işe eşit ücret” ve kadın olmaktan gelen haklarının korunması ve geliştirilmesinin mücadele günü!
Bugün dünya kadınlarının eşitlik ve özgürlük için mücadele günü!
Bugün, katliama dönüşmüş olan kadın cinayetlerine, kadına karşı şiddete karşı mücadele başta olmak üzere kadınların eşit haklar mücadelesi günü!
Bugün kadınların bütün dünyada, kendi taleplerini, barış mücadelesini, özgürlük mücadelesini bayrak yapıp alanlara çıktıkları, yeni ve daha yaşanır bir dünya mücadelesini, güçleriyle ortak mücadele isteklerini dile getirdikleri gün!
Bize gelince;
Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu kadroları öylesine ilerici bir dünya görüşünün temsilcileriydiler ki; kadının erkekle birlikte öğrenim yapması, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta onlarla birlikte görev alması, aile kurma, eğitim alma ve istediği mesleği seçme hak ve özgürlüğü gibi sosyal haklar bir bir hayata geçirdiler. Türk kadını çağdaş yaşamın içinde varolmasını sağlayan hakları hiç savaşmasına gerek kalmadan avucunun içinde buluverdi…
Örneğin;
1926'da İlan Edilen Türk Medeni Kanunu ile, birden çok kadınla evlenme kaldırıldı. Resmi nikah zorunlu hale getirildi, küçük yaşta evlilikler engellendi. Boşanma konusunda erkeğe tanınan haklar, kadına da tanındı. Boşanma durumunda kadının hakları güvence altına alındı, miras hukukunda kadın-erkek eşitliği sağlandı.
Yetmedi;
1930'dan itibaren Türk kadınına yönetimde görev alabilmesini sağlayan siyasi haklar verilmeye başlandı. Önce 1930'da kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı.
1933'te muhtarlık seçimlerine katılma hakkı verildi.
1934'te yapılan anayasa değişikliği ile Avrupa ülkelerinin birçoğundan önce, milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı. Yani birçok Avrupa ülkesinden önce Türk kadını meclise vekil olarak girdi…
Sonra ne oldu?
Zaman içinde iktidarlar el değiştirip gericilik hortlatıldığında önce kadınlardan yola çıkılarak töre, din, koca, aile, mahalle baskısı gibi argümanları körüklenmeye başladı. Kadınlar, eğitim ve çalışma hayatından uzaklaştırılıp evlerine kapatıldıkça ve belki de uğruna savaş verip bedel ödemediğinden olsa gerek sahip olduğu haklardan birer birer feragat eder hale geldi…
Yıllar içinde atılan geri adımlarla kadın hakları açısından geldiğimiz yer Arap ülkelerine çeyrek var. Çünkü mevcut iktidarın kadın hakları anlayışı, türban serbestisi, evlenip çocuk doğurma ve evinin kadını olma özgürlüğüyle sınırlı…
Son yıllarda kadınların özel ve kamusal yaşamının tümüne müdahale ediliyor. Nerdeyse yatak odasına kadar denetleniyor, kaç çocuk doğurması gerektiği bile belirlenip dayatılıyor. Çocuk yaşta evlilikler yasallaştırılıyor. Kadının tecavüzcüsüyle evlendirmenin yasal zeminini oluşturmaya çalışılıyor.
Devletin kadına yönelik uygulamalarından cesaret alan erkekler, sokak ortalarında kadınları katlediyor, hamile kadınlara tekme tokat girişiyor, şort giyen kadınların seyahat özgürlüğüne karışılıyor, dövülüyor. Sesini yükseltmeyi deneyen kadın şiddetle sindiriliyor…
Bir nezaket kuralı olarak toplum yaşamına yerleşmiş olan “Önce kadınlar” konusu bizde farklı işliyor. Kadının iradesi kırıldığında toplumun tümünün iradesini kıracağını hesaplanmış olmalı ki en katmerli insanlık dışı uygulamalar önce kadınlar üzerinden deneniyor. Kadın üzerinde istedikleri etki oluştuğu anda uygulama çabuk yayılan kanser gibi toplumun geneline yayılıyor.
Kadınım uyuma; direnme zamanı!
Sistematik olarak eğitim ve çalışma hayatından uzaklaştırılıyorsun. Sokaktan alınıp eve tıkılıyorsun.
Vardığımız yer “dinini yaşamak“ adı altında kadının köleleştirilmesi, erkek egemen topluma yatay geçiş, ikinci sınıf insan dayatmalarına son dönemeç…
Her şeyin oldu bittiye getirildiği, yolsuzluklarla yoldan çıkarılan bu ülkeye artık kadın elinin değmesi gerekiyor…
Karıştırma, içinin boşaltılmasına izin verme;
8 Mart bir kutlama değil, “daha iyi çalışma koşulları” sağlayabilmek uğruna mücadele ederken öldürülen 129 kadının ölüm yıldönümü, yani direniş günüdür…
Bu ülkede yaşamak zor. Bu ülkede kadın olmak daha da zor…
Ama biz biliriz zor oyunu bozar. Ve oyunu bozacak güç bizde var.
Asla yılmadan yorulmadan, önce kadının ardından toplumun kurtuluşunu, beyinlerdeki ve yüreklerdeki tutsaklık zincirinin kıracak güç bizde var.
Ve unutma;
''Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. “ diyen Ata’nın söz ettiği kadının soyundan geliyoruz.
Yani daha önce yaptık, yine yaparız…
Şimdi de faşizme, cinsiyet ayrımcılığına, cinsel, sınıfsal, ırksal ulusal, töresel baskılara direneceğiz.
Daha mutlu yaşanacak bir dünya kurulabilir.
Çünkü ”kadınlar var”…