Bir şehir düşünün ki işgal edildiği gün dünyanın en onurlu kurtuluş savaşının başlamasına neden olsun ve işgalden kurtulduğunda savaş bitsin…
O şehir İzmir…
15 Mayıs 1919 da Yunan ordusu şenlik havasında İzmir’e çıkarken, eski bir gemi sessiz sedasız İstanbul boğazından Karadeniz’e açılıyordu…
İzmir’in Kordon’unda gazeteci Hasan Tahsin, Yunan Efzon Alayı askerlerine ilk kurşunu sıkıp kendisi delik deşik şehit ediliyor ama önlenemez Türk direnişini de başlatıp tarihe geçiyordu…
O gün İstanbul boğazından Karadeniz’e açılan köhne gemiyse emperyalizme karşı en büyük başkaldırıyı başlatacak 20’nci Yüzyılın en büyük özgürlük savaşına kumanda edecek dahi askeri Anadolu’ya taşıyordu.
Halk umudunu yitirmiş kurtuluşa inanmıyordu ama Karadeniz’e açılan o gemideki dahi asker halkının üzerine dökülen ölü toprağını bir silkelerse her şeyi başaracağını biliyordu…
Çok değil; üç yıl, üç ay, üç hafta sonra, Yunan askerleri şenlik havasında çıktıkları Kordon’dan arkalarına bile bakmadan kaçacaklardı.
26 Ağustosta başlayan Büyük Taarruz’un ardından Yunan Ordusu dağıtılacak, kendisinin bile haberi yokken Yunanistan “Küçük Asya” Ordusu'nun Başkomutanlığına getirilen General Nikolas Trikopis 2 Eylül’de Uşak’ta esir alınacaktı.
Türk birlikleri, İzmir'e doğru hızla ilerlerken Yunan birlikleri Rum siviller de aynı hızla Anadolu'dan kaçacaktı.
9 Eylül 1922 sabahı Ahmet Zeki Bey komutasındaki 2. Süvari Alayı ve ardından Mürsel Paşa komutasındaki 1. Süvari Alayı birlikleri ve ardından 5. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Paşa komutasındaki birlikler saat 10'da İzmir'e girecekti, işgalin başladığı gün indirilen Türk Bayrağı yeniden Hükümet Konağı ve Kadifekale'ye çekilecekti.
İşgal fiilen sona erecekti…
Küçük Asya hayali ve Anadolu’ya yayılmak isteğiyle emperyalist güçlerin oyununa alet olup İzmir’i işgal etmeye cüret eden Yunanlıların kırılan hayalleri kendi tarihlerine “Küçük Asya Felaketi” olarak geçti.
9 Eylül’de Belkahve sırtlarından İzmir’i seyreden Mustafa Kemal’e çevresindekiler gururla seslendiler: “Başardık paşam, zafer bizim...”
Atatürk, “hayır” dedi, şöyle devam etti:
“Asıl savaş şimdi başlıyor...”
20. yüzyılın en onurlu Kurtuluş Savaşının Başkomutanı yine 20 yüzyılın en hızlı kalkınma aydınlanma hamlesine liderlik edecekti…
Tarih kendine komutanım devlet adamıyım diyenleri değil, gerçek komutanları, gerçek devlet adamlarını yazar…
Tarih yardakçılık edeni değil, cesur yürekleri yazar…
Tarih düşünmekten vazgeçeni değil, düşlerinin peşinden koşanı, gözünü budaktan sakınmayanı, taşın altına yüreğini gerekirse bedenini koyanı yazar...
Tarih gerçeklerden korkanı değil gerçekten isteyeni, inananı, imkansızı zorlayıp, vazgeçmeyeni yazar...
Tarih hazıra konanı değil, çalışanı, bileni, başaranı, başarıyı bölüşeni paylaşanı yazar...
Tarih bölüp ayrıştıranı değil, birlikten kuvvet doğuranın zaferini yazar…
Tarih işgal edeni değil, işgale direneni yazar…
Tarih İzmir’in kurtuluşunu yazdı…
Komutanı, askeri, milisi, kadını erkeği köylüsü kentlisi hep birlikte, mermisi bittiğinde süngüyle, dipçikle, kazma, kürek sapıyla düveli muazzamaya kafa tutarak, işgalcileri döve döve kovalayanların soyundan gelip, devletin bütün kurumlarını "üst akıl"gillerin emrindeki cemaatlere teslim eden, hatta kendi ordusuna kumpas kurup kendi eliyle çökerten, "üst akıl"gillerden izin almadan kendi sınırlarını bile koruyamayanlara dahi ses çıkarmazlardan olduk. Gurur duyduğumuz güzel bir "anı" olarak kaldı geride 9 Eylül... Kutlayacak yüzümüz kaldı mı?
Eyy Kuvvayı Milliye ruhu eğer geri gelirsen "ki yalvarırım gel lütfen"... Üç kere vurmakla yetinme yüzümüze tükür!!!
Kurtuluşa giden yolun onurlu ve çılgın savaşçılarının aziz ruhlarına saygıyla…