“Bilinçli, duyarlı, aklı başında ve vatansever insanlar olarak her türlü soruna çözüm arıyoruz, toplumu ilgilendiren ilgilendirmeyen her konuda düşüncemizi bildirip, her eyleme tabur tabur katılıyoruz…”
Bayram, yılbaşı, belirli günler ve haftaların kutlanmasını asla atlamıyoruz.
Hayatımızı olumsuz etkileyeceğine inandığımız durumlarla ilgili protestolar eylemler, hiçbirini kaçırmıyoruz. Yapılması gereken ne varsa her şeyi yapıyoruz. Haklarımızı sonuna kadar savunuyoruz.
Yorulmadan, yerimizden bile kalkmadan, kutlamalarda inceliğimizi, acılarda duyarlılığımızı, haksızlıklarda protestomuzu bütün dünyaya duyuruyoruz.
Terör saldırısı sonucu şehitlerimiz varsa profillerimizi karartıp paylaştığımız protesto mesajlarının dokuz şiddetinde sosyal medya depremleri oluşuyor.
Sel, deprem, kaza vs sonucu ölümlü durumlarda acımızın şiddeti ölçülemiyor.
Misal kanser haftası mı gelmiş; hemen vicdanları gıdıklayan en etkili özlü sözlerden kopyala yapıştır mesajlar salıyoruz sosyal medya sayfalarımızın ortasına, hatta pembe kurdeleler kalplerle de süslüyoruz ki etkisi derinleşsin.
Dini duyguları coşkun sayfalardan gelen “amin de, paylaş!” resimlerini amin yorumları eşliğinde paylaşıyoruz.
Habersiz etiketlendiğimiz cuma mesajlarına huşuyla kutsiyet içeren yorumlar yazıyoruz.
Yine etiketlendiğimiz fotoğraf, yazı ya da “özlü sözler”e ağırlığına etkisine göre emojili yorumlar atıyoruz.
Protesto metinlerine imza bile atıyoruz, daha ne yapalım. (sahi o imzaların akıbeti hakkında bilgisi olan var mı?)
Hatta başına gelecek iyiliği paylaşmak isteyen arkadaşlar; melek kanadı, uğur tüyü, bilmem kimin ışığı “ben sana gönderdim sen de ona buna gönder” türü, “çok duyarlı” paylaşımlarını sosyal medyanın ortak alanını aşıp özel mesajlarımıza bırakabiliyor.
Kısacası hayatı “dolu dolu ve gümbür gümbür” internet üzerinden sosyal medyada yaşıyoruz…
Bunca duyarlılığa ve eylemselliğe rağmen niye her şey ters gidiyor, onca eylemden sonuç alınamıyor anlayabilmiş değilim.
Renklerimiz bile belli…
Dini bayramlarda, cumalarda yeşil, Kanser Haftasında pembe, Emekçi Kadınlar gününde mor, milli bayramlarda kırmızı beyaz…
Kırmızı-beyaz demişken, mesaj kutularında oluşan bayrak zincirlerinin şıkırtısı uzaydan bile duyulur hale gelmiş olmalı… Zafer Bayram’ı öncesi bu eylemle yıkıldı ortalık!..
Ama yine de 29 Ağustos-9 Eylül 1922’ye ilişkin kısa bir hatırlatma yapmak gerek sanırım.
Galiba ağır bellek kaybı yaşıyoruz, değer verdiğimizi sandığımız her şeyi kendimiz değersizleştiriyoruz. Ki belleğini yitirip tarihi günlük ihtiyaçlar ve geçici iktidarının tercihlerine göre eğip bükerek yeniden yazacaklarını sananlar, geçmişe sağlıklı bakıp, ders almayı, sahip çıkmayı beceremediğinden, sağlıklı bir gelecek kurmayı da başaramazlar.
Özetle;
26 Ağustos 1922 sabahı “Büyük Taarruz”la başlayıp, 9 Eylül 1922 “İzmir’in Kurtuluşu”na kadar geçen iki hafta “Zafer Haftası”sıdır.
Ki o zaferler kutsaldır, belleğimize kazınmıştır, sorgulanmaz.
Ve 9 Eylül 1922; Başkomutan Gazi Mustafa Kemal'in "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri...” emriyle üç koldan Anadolu'yu işgalden kurtarmak üzere son hamlesini yapan Türk ordusunun dünya tarihine geçecek büyük zafere imzasını attığı gündür.
Dünyada işgal edilişiyle tarihin en haklı ve onurlu savaşını başlatan, işgalden kurtuluşuyla savaşı sona erdiren İzmir’den başka bir kent daha yoktur.
Büyük zaferler, büyük azim, kararlılık ve fedakarlık gerektirir. Türkler Cumhuriyet'i büyük zorluklar içinde kurdular. Bize düşen görev ise onu korumak ve geleceğe taşımaktır!
Bundan 95 yıl önce, canını dişine takıp bir atımlık barutuyla bütün dünyaya kafa tutmuş, 14 günde Afyon’dan-İzmir’e düşmanı döve döve kovalayan Ataların torunlarıyız bunu aklımıza kazıyalım…
Her gün her yerde Atatürk’e, Kurtuluş savaşına, Lozan’a ve bu mucizeleri gerçekleştiren kadrolara küfreden, “30 Ağustos zafer değil yenilgidir, aslında biz kazanmadık kaybettik”, “keşke Yunan kazansaydı” diyecek kadar kanı bozuk meczuplar türemiş, emir aldıkları güçler adına sosyal medya dahil her alanda açık açık tetikçilik yaparken biz bu büyük zaferlerin yıl dönümlerini, sosyal medya paylaşımları ve gizli gizli bayrak zincirleriyle mi sahipleneceğiz?
Onlar bu kadar pervasız olabiliyorken bizim unutmaya da tembelliğe de, korkmaya da hiç hakkımız yok…
Belleğimizi kaybettiysek başımıza gelen her şeyi zaten hak etmişizdir. Yok; duyarsızlığımız sadece tembelliktense kendimizden utanmalıyız!
9 Eylül 1922 sabahı İzmir Hükümet konağına çekilen bayrak zaferin tüm dünyaya ilanı ve bu milletin onurudur. Unutmayın unutturmayın...