Küçücük bir beylikten muhteşem bir imparatorluğa dönüşen Osmanlı Devleti, 600 küsur yıllık varlığının son günlerinde kurtlar sofrasında pay edilmeye başlanmıştı.
Bir yanda savaşlardan bitap düşmüş bir halkı diğer yanda hazinesi boşalmış, borç batağında bir devlet. Sonuç olarak: itibarı elinden alınmış bir padişah ve artık eski gücü kalmamış, küçüldükçe küçülmüş bir imparatorluk.
İmparatorluğun halktan, halkın da imparatorluktan umudunu kestiği günler. "Osmanlı" tebaasından olmanın vasfını kaybettiği günler.
Yenilmiş ve ezilmiş bir halk, dağılmış bir ordu.
Ancak:
Artık "Bitti" denildiği anda açılan yeni bir sayfa, yazılan yeni bir tarih ve küllerinden doğan yeni bir devlet.
Bunu nasıl başardılar? Nasıl bir ruh hali oluşturdular ki onca yıkılmışlıklara rağmen, onca yokluklara rağmen her şeyin üstesinden gelebildiler.
Kaybedecek bir şeyi kalmamış insanların can havliyle hayata tutunmaları mıdır yoksa bu?
Bu canlanmayı sağlayan, bu ateşi yakan kişi doğduğundan beri bugüne mi hazırlanıyordu?
"Mustafa Kemal" olmak onun kaderi miydi?
Mustafa Kemal yıkılmak üzere olan ülkeyi, düze çıkartacak yeni çarelerini arıyordu.
Evvela yönetim şekli değişmeliydi. Ve yeni yönetim şeklinin Cumhuriyet olmasını uygun buldu. Bunu arkadaşları ile paylaşarak gereken yasa tasarısını hazırlattı ve yapılan oylamalar sonucunda devletin yönetim şeklinin "Cumhuriyet", devletin adını da "Türkiye Cumhuriyeti" olmasına karar verildi. Böylece 29 Ekim 1923'den itibaren Cumhuriyet ilan edildi.
Atatürk'ün önderliğinde, 11 milyonu köyde yaşayan 13 milyon yorgun insanla kurulmuştu Cumhuriyet.
Ve kurucular, çağdaş bir devler olmanın yanında büyük hedefler koymuştu.
Peki hedef ne idi?
"Çağdaş, laik, demokratik bir devlet" olmaktı.
Kurucular bu hedefi koymuştu.
Ama olmadı, olamadı.
Çünkü:
-Halkından korkmayan bir devlet, devletinden korkmayan bir halk idi hedef. Olmadı.
-Şairinden, Yazarından korkmayan bir devlet idi hedef. Olmadı.
Yani kalemin silahtan tehlikeli görülmediği bir Türkiye idi hedef. Olmadı, olamadı.
Ve hedef:
-Bağımsız, tarafsız ve güven sağlamış bir yargı idi. Olmadı.
-Üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü idi. Olmadı.
-Ayrımcılığın, ötekileştirmenin yok olması idi. Olmadı.
-Önyargının yıkıldığı, bilinçaltının temizlendiği bir Türkiye idi. Olmadı.
"Akdeniz'e bir kısrak gibi uzanan bu memleket bizim" diyordu Nazım.
Ama olmadı, olamadı.
-Çünkü 1050'den itibaren ülke toprakları ABD üsleriyle, NATO üsleriyle dolduruldu.
-Çünkü okyanus ötesinden dost edinildi, komşularımızla düşman olundu.
Ve de "Üç tarafı denizle çevrili, dört tarafı düşmanla çevrili bir devlet" olundu.
En büyük hedef ne idi?
"Yurtta sulh, cihanda sulh" idi.
Ama olmadı, olamadı.
-Çünkü ülke içinde bile düşmanlık bitmedi.
-Çünkü farklılıklara karşı önyargılar yıkılamaz oldu.
İşte Cumhuriyet'in 98. Yılında sorgulanması gereken bir Türkiye görüntüsü.
Oysaki bu ülke Alevi-Sünni, Türk-Kürt, yani tüm farklılıkların birlikte verdiği kanlı bir savaşla kurtarılmıştı.
Ve de Cumhuriyet, emperyal işgale karşı verilen bu savaşın üzerine inşa edilmişti.
İşte o günleri ve o günlerin heyecanını yaşatan bu bayram, tüm halkımıza kutlu olsun.