Önceleri evden bir cenaze çıktığında 40 gün televizyonlar açılmazdı. Acı yaşanır, yas tutulur ve zaman geçerken hayat aktığını hatırlatır ve yaşam devam ederdi. İnsanlar komşusunun cenazesine saygı gösterir, yas tutulan süre içinde çocuklar sesli oyunlar oynamaz, müzik sesi mahallede yükselmez, acılara ortak olunurdu.
Vicdanımızı kaybettiğimiz her gün biraz daha acımasızlaşıyor ve değerlerimizi kaybediyoruz. Ayrıştıkça bölünüyoruz. Acımızı, hüznümüzü, sevincimizi paylaşacağımız insan sayısını azaltıyoruz aslında.
İnsan olmanın kuralı neydi? Unuttuk mu? Sadece nefes almak mıydı? Yaşamak için yemek yemek miydi? Neydi bizi insan yapan? Bence insanı insan yapan en önemli unsur; insana değer, saygı ve sevgidir.
İnsan olarak doğmak yetmiyor, yaşarken hakkını vermemiz gerek.
Şehitler düşüyor günümüze hergün; bir yürek sıkışması, bir kara bulut sarıyor etrafı.
Çektiğin aşk acısı, çok büyük bir dert diye düşündüğün geçim sıkıntısı, kayıyor bir yerlere, utanıp saklanıyor.
Şehidin arkada bıraktıklarına takılıyor gözün.Bazen yeni doğmuş bir bebek, ya da yoksul bir baba.
Evet bugün çoğunuz üzülüyorsunuz, eyvallah da, sahii yarın da üzülecekmisiniz, aklınıza gelecek mi? Yoksa bir başka ölüm haberi, şehit haberi alana kadar mı hatırınız da kalacak?
Hayatta öğrendiğim her şeyi 3 kelime ile özetleyebilirim. Hayat devam ediyor diyen, Robert Frost:un izinden gidiyoruz..
Evet hayat devam ediyor!
Daha sıcağı soğumamış bir olayın ardından televizyonlardaki eğlence programlarının tam hız devam etmiş olması ve etrafımızda gördüğümüz insanların kanımızı donduracak şekilde kaldığı yerden devam ediyor, edebiliyor olması içler acısı bir durum.
Biz ne zaman millet olarak bu kadar yozlaştık, bu kadar duyarsızlaştık ki vur patlasın çal oynasın göbek havasına devam edebildik.. Yas tutmayı, acımızı yaşamayı ne zaman unuttuk? Hadi acılara ortak olamıyorsak saygı duymayı nasıl unuttuk, ne zaman unuttuk?
Sekiz şehit daha verdik toprağa.
Sekiz evlat,
Sekiz kardeş, eş, baba.
Melekler bile ağlıyor, Türk Bayrağına sarılı şehit oğlunun cenazesini başının üzerinde taşıyan babaya.
Baba ağlamıyor.
Başı dim dik.
İçinde'ki yangını görmemek için kör olmak gerek.
Saatlerce aynı resme bakıp ağladım. Yürek dayanmıyor.
Bu yaşta bu yükü, bu acıyı nasıl çekecek o yaşlı beden?
Gözüm bir başka Şehidimizin resmine takılıyor.
Jandarma Uzman Çavuş Şehit Recep Çetin. Evli ve henüz bir buçuk aylık olan kız babası.
Ne eşine doyabildi, ne de minicik kızının kokusunu çekebildi içine doya doya.
Fecebook hesabından düğün resimlerini inceledim. mutlu mesut olduğu zamanlar.
Resmin altında yüzlerce yorum.
Herkes üzgün ikonuyla üzüntülerini belirtmiş. Oysa onlar düğün fotoğraflarıydı ve mutluluk dilenmesi gerekiyordu.
Teker teker okudum yüzlerce yorumu. "Şehitler ölmez Vatan bölünmez" gibi söylemler, Türk Bayrağıyla süslenen yorumlar, ve ağıza alınmayacak küfürler.
Evet evet doğru anladınız. Daha toprağa bile verilmemiş bir Şehidin resiminin altına ağıza alınmayacak iğrenç küfürlerle deşarj olan aşağılık yaratıkların da yorumları vardı.
Ve biliyor musunuz, bu küfürler Şehit eşine yönelik edilmiş küfürlerdi.
O yorumları okudukça beynim durdu, ne yalan söyleyeyim o an ağız dolusu beddua ettim.
Düşünsenize gencecik bir kadın. Eşini şehit vermiş, bir buçuk aylık bebeğiyle ortada kalmış, üstelik tam da bize ihtiyacı olduğu bir zaman da,
Kıyamet kopsun Allah'ım. Artık kopsun kıyamet! Çünkü dünya'da iğrençliklerin, aşağılık insanların sonu gelmiyor.
Her gün Şehit haberleri gelmeye devam ediyor.
Ve biz ekranlardan evimize taşan eğlence programlarında kaybolmuşuz. Başkalarının acısının farkında olamayacak kadar bir akıl tutulmasına girmişiz. Sizce de bir gün tüm bu acılar çığlık olup boğmaz mı, sonunda hepimizi?
Bu umarsızca göbek atan. Vur patlasın, çal oynasın, ekranlara sansür uygulansın ki akıllar tutulmasını yaşasın. Öyle melun melun bakalım olana bitene.
Yok öyle şey arkadaş!
Aç gözünü. Bir uyan. Dön bak dünyaya.
Acı benim. Acı senin. Acı bizim acımız.
Vurulan insanlık, vurulan sensin, vurulan ben. Vurulan biz.
Kes gülüp eğlenmeyi, hiç bir şey yapmıyorsan edebinle dur.