Bundan bir yıl evvel. Yani Soma Faciası’nın hemen ardından yazdığım bir yazımda.
Üzerimizde kara bulutların dolaştığı, yaşamı ağır bir yük olarak omuzlarımızda taşıdığımız, zorlu günlerden geçiyoruz.
Yüreğimize düşen en son acının adı Soma..
Soma faciası hakkında yazılması gereken çok şey, dikkat çekilmesi gereken çok tutarsızlık var.
Dahası hafızası her gün temizlendiği için acıları çabuk unutan bir milletimiz var. İşte bu sebeple Soma Faciası’nı her fırsatta yazmalıyım.
Demiştim.
Yazdım da! Tekrar, tekrar yazdım. Unutmamak, unutturmamak adına.
En çokta yetim kalan yüzlerce çocuğun çığlığına kulak tıkayanlara, yüzlerce şehidimizin üzerine basa, basa siyaset yapan aklı, vicdanı, yüreği taştan olan şahsiyet fukarası insanların saygısızlığına değindim.
Ocağı sönen yüzlerce ailenin, çektiği acıdan bahsettim.
Hepimizin canı öyle çok acımıştı ki, yediğimiz lokmayı boğazımıza dizen zehir zıkkım yapan bir acıydı.
Evet! Soma faciasının,yani o kara günün üzerinden tam bir yıl geçti.
Ve yaşanan her acı gibi bu acıda küllendi.
Yaşanan faciayı unuttuk belki. Yetim kalan çocukları da, ama onları ağlatanları unutmadık.
Şehit olan madencilerimizin acısı üzerinden siyaset yaparak faydalanmaya çalışanları. Tatlı, tatlı öldüler diye söze girenleri,
Daha madencilerin bir kısmı can çekişirken dışarıda kalabalığın ortasında havada uçuşan yumrukları, tekmeleri unutmadık.
Acımıza, utancımıza bir de öfke eklediler, kendini bir halt sananlar. Şerefiyle ölen işçilere Ölümü müstahak görerek.
Tüm bu görüntüler karşısında millet olarak, Soma’da yetim kalan çocuklardan utandık. O utancı unutmadık!
Faciada Ölen Üç yüz bir işçimizi unuttuk. ama yaşanan rezaleti unutmadık.