Başlık geçen yıl yitirdiğimiz değerli yazar, gazeteci, ressam Fikret Otyam’a ait. Hikayesi merak etmeye değer. Bilinen 12 Mart 1971 Muhtırası sonrası, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, bu anayasa “bu millete bol geldi” demişti. Bugünküne benzer, toplum gündemini o günler “anarşi” olarak ad konulan, bu gün “terör” dedikleri, toplumsal bunalımı aşmanın yolu, yine mutlaka “Anayasa değişikliği” ile olacağı vurgusu hakimdi. Şüphesiz bugünkü bunalımın iç ve dış etkileri daha girift ve karmaşık birdurumda. Ama her ne hikmetse yine çözüm anayasada. Hani bu kadar olur dedirtecek cinsten.
Dönemin “anarşistleri” üniversitelerdeki devrimci öğrencilerdi. Sıkıyönetim Komutanlıkları üniversitelerin öğrenci işleri bürolarından, aradığı öğrencilerin, yani “teröristlerin” aldığı vesikalık resimlerini, TRT Televizyonunda ekrana yansıtarak, örneğin Ahmet Bay 1948 Adıyaman Kahta doğumlu, baba adı Hasan, Eliften doğma Ankara Üniversitesi … Fakültesi öğrencisi Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca aranmaktadır. Kanun namına teslim olması gerekir. Tanıyanların bilenlerin en yakın güvenlik birimlerine haber vermeleri “vatandaşlık görevidir”. Şeklinde benzer ilanlar artık herkesin ezberindeydi.
Tabi bu süreci aynı yoğunlukta, yine radyo ve televizyonlarda anayasa değişikliği de yapılması gereken bir zorunluluk olarak sunuluyordu.
Oysa; toplumsal özgürlükler açısından Türkiye’nin gördüğü en demokratik Anayasaydı 1961 Anayasası. Bu nedenle toplumun devrimci ve ilerici kesimi bu anayasanın değişmemesi için ciddi karşı duruş ve direnç gösteriyordu. Rahmetli Fikret Otyam, devrimci öğrencilerin teslim olmasıyla anayasanın değiştirilmesi hususunu bağdaşık görerek, çok güzel hicvetmişti. Şemsi Belli’nin Zap Suyu üzerine yazdığı şiirindeki mısralarla Cumhuriyet’teki Ankara Notları köşesinde şöyle sesleniyordu.
“Angara’da Anayasso, yap bize de bir iltimaso, yorma bunca insanı, gel teslim ol anayasso."
Evet kırk beş yıl önce toplum öylesine şartlanmışlık içine sürüklenmeye çalışılıyordu ki; gelir dağılımındaki adaletsizlik, dışa bağlı, gümrük koruması altında, rekabetin olmadığı montaj sanayi, toprak ağalarına, boğaz tokluğuyla bağlı maraba köylünün sefaleti, hiç dillendirilmeden, dillendirenlerin tutuklanıp, kurşunlandığı, asıldığı ve hapse atıldığı bir süreçte, ülkenin tek sorununun anayasa değişikliği olduğu, kamuoyuna pompalanıyordu.Aynen bugünkü gibi. Bugünden farkı; toplumun örgütlülüğü ve siyasi karşı duruş bilinci gerçekten günümüzle kıyaslanmaz düzeyde yüksekti.
Bugün de; anayasa değişikliği “histerisi” parlementoda gurubu bulunan tüm partileri sarmış durumda. Toplum, bu değişikliği Erdoğan’ın başkanlık için istediği gerçeğinden başka, hiçbir anlam vermediği için, bu çabayı, “darbe anaysası”, “sivil anaysa yapalım” gibi, eskiye karalama, yeniye övgü dahi, olayı halkın gözünde cazip kılmıyor. Söz konusu anayasanın “demokratik” görülmediği/olmadığı gerçeği, değiştirildiği taktirde de “özgürlük” getireceği vaadi, inandırıcı olmadığı gibi, çok anlamsız bulunuyor, halkın asıl sorunlarıyla bağdaşmıyor.
Hatta CHP, konuyu toplum gözünde cazip hale getirmek için “efendim Türkiye’de yalnız anayasa anti demokratik değil, darbe döneminde getirilen diğer yasalar da da bir sürü anti demokratik husus var, benim tesbit ettiğim bu hususları kabul ederseniz, eş zamanlı olarak ben de sizin dediklerinizi kabul ederim” demektedir.
Bu tamamıyla AKP’yi aklama savıdır. Peki AKP bu kesintisiz iktidar döneminde, hiç mi anti demokratik yasa ve uygulamalar getirmedi? Toplumun kıvrandığı bu baskılar, kapısında nöbet tuttuğunuz hapısanelere, bu kadar kolay adam tıkıştırmak, sadece “darbe” döneminde mi getirildi? AKP iktidarından önceki içinde SHP, CHP, DSP’nin de bulunduğu iktidarların anayasada yaptıkları 71 maddedeki değişiklik hiç mi demokratik değil di?
Bu açık gerçeğe rağmen; parti yönetimi, bırakın toplumun genel olarak karşı duruşunu, tabanının açık tepki vermemesi için, “ilk dört madde, kırmızı çizgimizdir” şeklinde, güya ülke bütünlüğü açısından, hem topluma hem de parti tabanına bir güvence vermeye çalışıyor. Bunu neden bu kadar istediklerini gerçekten anlamak zor. Ayrıca ondört yıllık AKP iktidarı, yaptığı uygulamalarla ve getirdiği yasalarla çok mu demokratik bir düzen sağladı da, bu anaysa değişikliği ile, halkın rahat nefes alacağı demokratik bir ortam yaratsın? Hiç mi akıllara gelmiyor “ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz” özdeyişi.
Yazar Demirtaş Ceyhun’un çok güzel bir sözü vardı. “Anayasa bir yasa değildir” şeklinde. Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Toplum, bu gün geldiği durumun yaratıcısı iktidarla nasıl bir mutabakatta anlaşacaktır? Kesintisiz sürdüğü 14 yıllık iktidarlarında toplumu din, dil, mezhep etniste akla gelebilecek her türlü ayrışmayı becermiş bir iktidardan mutabakat beklemenin yalnız saflıkla izah edilemiyeceğini herkesin bilmesi gerekir.
Coğrafyamızda bu kadar derin sorunlar varken, parlemento altı aydır çalışmıyor. Gelir dağılımındaki çarpıklık artık holding patronlarının gündemini işgal ediyorken, neyin değişeceği, yerine neyin konacağı hususlar tartışılmıyorken, ya da gizleniyorken, değişikliği garantiye almış gibi AKP, sokaklarda “platformlar” kurarak halkın başkanlık için ne düşündüğünü soruyor.
Yapılacak olan bir anaysa değişikliği değil, toplumu uyutup bir diktatörün emrine vermektir. Ya da henüz ulus kavramını dahi anlamıyan, millet kavramını bir ırkın birliği olarak gören siyasiler neyi gizliyerek mutabakat kurdular.
Şunu çok iyi biliyorum ki; CHP yönetimi bu ağırlığı kaldıramaz. Türkiye sokak çatışmalarına sürüklenmişken, bir cephenin de bu gerekçeyle açılacağını dağarcığında demokratik birikim bulunduran, herkesin, bu tehlikeyi farketmesi gerekir.