Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel olarak eleştiri konusu edilen siyasi ve örgütsel yapısı ele alınmadan sadece İzmir örgütünden söz etmek elbette partinin sorunlarını tam olarak ifade etmiyor. Ancak İzmir partinin en yüksek oy aldığı bir il olması nedeniyle, birlerinin hevesini alabildiğine kabartmaktadır. Yıllardır İzmir’de örgütleri belirleme görevini üstlenen Belediye Başkanlarımız, son yerel yönetim seçimlerinde, ne Büyükşehir Belediye Başkanlığında, ne de ilçe Belediye Başkanlıklarında amaçlarına ulaşamadılar. Ulaştı gibi görülen birkaç ilçede de belirleyici olan unsur, örgüt değil, Genel Merkez yöneticilerinin, bir sonraki kongrelerde, kendilerine destek sağlayacak bir kamu gücü oluşturmak için yakın gördükleri birkaç arkadaşlarını atayabildiler.
Yazacaklarım belki bazılarını incitecek düzeyde bulunabilir. Fakat bir siyasi partide görev yapmanın asıl amacı, bireysel istek değil, toplumsal sorunların çözümü için fikri ve örgütsel çabaların asıl amaç olması gerektiği gerçeği akla geldiğinde, kim hangi sözü, hangi amaçla değerlendirirse değerlendirsin, hiçbir önemi olmiyacağı gibi, ciddi bir siyasi ve örgütsel savrulma içinde olduğumuz da gün gibi ortadadır.
Düşünün; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Tunç Soyer’i İzmir İl Başkanını bırakın bir ilçe başkanımız dahi Genel Merkez’e gidip savunmamıştır. İzmir Milletvekillerinin çoğu kendilerinin aday gösterilmesi için yoğun çaba içinde olmuşlardır. Oysa halk içinde, demokratik kitle örgütlerinde, aday belirleme süreci öncesi, adı en çok geçen kişinin Tunç Soyer olduğu açıktı. Peki bu çelişkiyi, partimizin örgütsel yapısı açısından mı; yani halkın nabzını tutamadığı bir durum olarak mı değerlendirelim, yoksa; Genel Başkanın daha da açalım Genel Merkez’in ülkenin üçüncü büyük şehirine aday gösterdiği kişiye karşı örgütümüzün, hatta daha da önemli siyasi temsilcilerimizin ilgisizliği mi, karşı duruşu mu? Ne dir bu durum? Nasıl değerlendirelim? Konu bu düzeyde somut olduğuna göre bunun akılla mantıkla bağdaşır bir yönü var mi? Ön seçim söylemiyle durumu geçiştirmek istiyen partililerimiz elbette çok. Bu örgütsel yapımızla bu ayrışmacı tavrımızla gördük ki; ön seçimde üyelerimizin yarısı dahi seçime katılmadı. O halde asıl sorunun ciddi boyutta sarsılan parti içi barışın sağlanması olduğunu görüp değerlendirelim. Kişi için parti niteliğinden çıkıp toplu için parti olmalıyız.
Yerel yöntim seçimleri öncesi ilçelerimizdeki belediye başkanlarımız kendilerini savunacak demiyorum, kendilerine bağlı ilçe başkanlarının seçilmesi için kamu gücü dahil her türlü olanakları kullanmadılar mı? İlçelerinde istiyerek ya da istemiyerek bazı partilileri delege seçimleri sürecinden itibaren karşılaraına alıp ayrıştırmadılar mı? Bunun partiye halka hatta kendilerine ne yararı oldu? Bu olanaklar yine elime geçse yine aynı yolu izlerim diyen var mı?
Bu durumun yaratıcıları olan, yaklaşık son on yıldır İzmir’de kendi arkadaş guruplarına siyasi ikbal sağlamakla yetinmiyen, Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel’in genel başkan karşıtlıkları açıkça gün yüzüne çıkınca, halk nezdinde ve önemli partili unsurların ayrıştığını da gördük. Bu durum partide bulanık zihinlerin berraklaşmasına neden oldu. Ben parti sayesinde gelebildikleri en yüksek mertebelerde aldıkları görevlerle yetinmiyen, parti ile ilgili hiçbir değişimi dile getirmeden, “patinin mutfağı yok” , Muharrem İnce olmazsa “ben varım” söylemiyle partiyi kuşatmak istiyen “ihtiraslı muhterislerin” kongre sürecinde hala alttan alta “hizipçilik” yapmalarını partililer yazıhanelerine hapsederek sağlıyacaktır. Partiyi dinamitliyenlerle parti içi barış sağlanmaz. Bu tür “dinazor” türü engellerin etkileri kırıldıkça partiyi yürüyüşe kaldıracak kadroların toplumun önüne çıktığı ortada.
Partide herkes hepimiz geçmişteki ayrışmaları doğru değerlendirip, birlik olabilmede herkese görev düştüğünü unutmayalım.
Azimet Gürbüz
Belediye şirketinde yönetim kurulu üyesi olarak siyasi yazılarınız harika üstelik parti içi barış adına Ali Engin ile akşam yemekleri de muhteşem Makyavel çırak kalır