Olaylar, sorunlar ve bunalımlar girdabında sürükleniyoruz. Her yeni olay farklı bir söylem geliştiriyor. Yaşanananların geçmişin birikimleri olduğu, ya unutuluyor ya da hatırlanmak istenmiyor. Gündeme gelen her olay yeniymiş gibi bir panik havası yaratıyor. Geçmişle bir nedensellik bağı kurulamayınca karamsarlık artıyor. Oysa yazacağım konudaki olaylar yeni değil. Toplumsal etkileşme sonucu içerik değişikliğine uğramış. Gelişmelerin siyasi olması, mağduriyet vurgusuyla birlikte konuyu ister istemez hukuki boyuta taşıyor.
Gerçi AKP hükümetleri özellikle 2007 den itibaren hukuku, uyulması gereken bir kurallar demeti olarak değil de, sıradan bir formalite düzeyine indirdi. Böyle olunca da, toplum, hukuksuzluklar karşısında zaman zaman şaşırıp kaldı. Ancak; ellerindeki medya gücüyle, uygulamalarını hukuksuz da olsa beyinlere “normali budur” gibi kazımayi bildiler. Bu yetmiyormuş gibi, ”milli irade”yi, yani oy çokluğunu yazılı hukukun üstünde yeni bir hukuk olarak sundu ve uyguluyorlar.
Bunu niye yazdım. HDP milletvekillerine yapılanın, büyük bir hukuksuzluk olduğu, toplumda çok tartışılır olunca, hukukun akla gelmesi, muhatabının tutunacağı dal olabileceği, belki de durumlarını hukuki gerekçelerle anlattıklarında, daha haklı olabilecekleri hatırlandı. Çünkü, Türkiye'de hukukun artık bir kurallar demeti olduğu ne yazık ki unutturuldu.
Bu duruma, HDP’liler parlementoda, AKP ile can ciğer kuzu sarması oldukları zamanlarında, yaşanan hukui yozlaşmaya, tek söz söylediklerini hatırlamıyorum. Düşünüyorum; şu meşhur “çözüm sürecinde” PKK’lıların Habur Sınır Kapısı'ndan yaptıkları girişler… Gelenler yasalara göre aranan “teröristler”di. Buna rağmen Diyarbakır’dan savcı ve hakim götürülüp, orada mahkeme kurularak yargılama yapıldı, terörle mücadele yasasının “pişmanlık” hükümlerine göre de “af” edildi. Oysa gelen “sanıkların” hiçbiri, ben pişmanım demedi. Aksine “APO’nun talimatıyla geldim.” demişlerdi.
Bu da apaçık bir hukuksuzluktu. Oysa milletvekillerinin durumu, dokunulmazlıklar kaldırılarak hukuki kılıfa uyduruldu. Ben yapılanın, parlementer sisteme uygunluğunu, doğru ya da yanlışını tartışmıyorum. Hukuki yozlaşmaya tipik örnek olduğu için ifade ediyorum.
Ankara’da intihar bombacısı olarak 39 kişinin ölümüne neden olmuş birinin, cenazesine katılan, HDP’li milletvekili, siyasi söylemde Türk-Kürt kardeşliği vurgusu yaparken, ölenlere saygı adına, ailelerine yurttaşlık adına “ayıp olur” düşüncesi aklına gelmedi. Şüphesiz kim olursa olsun bir taziyeye katılmak yasak değidi. Ancak hukuku oluşturan değerler arasında görgü ve gelenekler de vardı. Bu ayıba rağmen HDP “23 yaşındaki bir genç kızın neden intihar bombacısı olabileceğini” devletin/toplumun düşünmesi gerektiğini salık verdi. Bu kadar çığırından çıkmış süreçlerin sonunda hukuk aramak gerçeklerle bağdaşır mı?
HDP, PKK tezlerini, daha doğrusu Kürt politikasını PKK’nın tekelinden çıkarıp, parlementoda savuunacağı iddiasıyla, halktan destek istedi. Topluma pompalanan; ”Siyasi alan açılırsa şiddet biter” söylemi, herkesi şaşırtacak düzeyde karşılık da buldu. İdiaları; silahların susacağı, yasal zeminde PKK taleplerinin dillendirileceği “anaların ağlamayacağı”, uyumlu bir sürecin başlıyacağıydı. HDP, toplumdaki bu hoşgörüyü anlayamadığı gibi, gördüğü desteği de PKK’ya olan sempati zannetti. Hükümetle çözüm süreçi görüşülüyorken, Güneydoğu şehirlerinde yapılan istihkam (lütfen sözlüğe bakın) çalışmalarını, ne belediyeler, ne güvenlik güçleri ne de halkla iç içe iddasındaki HDP, ne hikmetse hiç haberdar olmadı! Sonuçta üç yüz bin insan evinden barkından oldu. Şehirler yerleşim yerleri yerle bir oldu. Bine yakın asker sivil hayatını yitirdi. Aynı HDP, bahsettiğim hendek savaşları sürecinde “ordu orantısız güç kullanıyor” söyleminden başka bir sözü de olmadı. Görüldü ki; PKK’ya rağmen HDP’nin farklı bir politika geliştirmesi söz konusu değil. Öyle olunca da, HDP yasal zeminde var ama, siyasi olarak zaten işlevsiz. Nedeni; Suriye’nin kuzeyinde, ABD’nın desteğiyle oluşturulan kantonlar, PKK stratejisini “demokratik talepler” isteminden, yani Özerklik, anadilde eğitim vb isteklerden, “Büyük Kürdistan” hedefine evirmesidir. HDP, siyasetini legal zemine taşıyamıyarak, Kürtleri tamamıyla ateşe attığı gibi, en büyük zararı da Türkiye’deki “sol kesime” oldu. Küresel güçler, yeni dünya düzeni söylemlerini dünyanın değiştiği gerekçesiyle, emek-sermaye çelişkisinin önüne koydular. Emperyal güçlerin “özgürlük” “demokrasi” “insan hakları” söylemleri gerçek anlamlarından kopartılarak ayrıştırmanın sloganı oldu. 12 Eylül sonrası tarumar olmuş, Türkiye’deki sol kesim, halkın emek eksenindeki mücadelesine odaklanmak yerine, PKK’nın, etnik ve mezhep politikalarını tercih ederek, HDP-PKK ile birlik olunca daha “büyük” görünme havasına girdiler. Ne yazık ki; hala da bu gafletten uyanmış değiller.
Bölgemizde “Kürt politikası” artık ABD’nin çizdiği yönde yürüyor. Gelişmeler bu yönde seyredince, zannımca, PKK’nın da artık HDP’ye (legal siyasete) ihtiyacı kalmadı ya da amaç farklılaştı.
ABD emperyalizminden açık destek bulan PKK, bölgede ayrılığın aktif gücü olarak sahnede.
Geçmiş yıllarda siyasi analistler komşu ülkeler için bölünme tahminlerini sırasıyla, Irak, İran, Suriye ve “bilahare” Türkiye diyorlardı. Ancak sıranın artık değiştiğini, ABD, halihazırda yürüttüğü, Irak ve Suriye’deki bölünme hedefinde başarıya ulaşırsa sıra Türkiye gelecektir.