Farklı zamanlarda aynı sözlerle bir olayı değerlendirdiğimizde, ilerleyen zaman içinde, aynı olay için aynı görüşlerin taban tabana zıt olduğu görülecektir. Gelişmeleri, ortaya çıkan olgularla değerlendirme birikimimiz olmazsa, ya da düşüncelerimizi yeni olgulara göre şekillendiremezsek, nesnel gerçekler bizi farklı kutuplarda bırakır. Bu, değişimin doğal sonucudur.
Türkiye’de ve bölgemizdeki siyasi durum ve saflaşmalar o kadar hızlı gelişiyor ki; siyasi aktörlerin ayak izlerine basanlar dahi, durumu algılamakta zorluk çekiyorlar. Nedeni; kimisi için yukarda ifade ettiğim gibi, siyasi birikimi, yönünü belirlemede etkili olamıyabileceği gibi, kimisi için de yönlerini pusulayla değilde, işaret bayrağını yükseğe kaldıran öncülerinin peşine takılarak yön bulanlardır. Bu, ikinciler pusulasız olduklarını biliyorlar ve söylüyorlar. Onlar “büyük” ve “çok muazzam” “solcu” olduklarından toplumsal mücadeleler tarihinin, insanlığa kazandırdığı yol yöntem ve disiplinlerin günümüzde artık hiçbir anlamının olmadığını ileri sürerek “emperyalizm”, “ulusal çıkar” gibi siyasi ögelerin 20. Yüz yılda kaldığını 21. Yüz yılın temel belirleyenin “özgürlükler” olduğunu “diktatörlüklerin” teker teker yıkılacağını, emek ve hak mücadelesinin geride kaldığı, toplumların dil,din mezhep ve köken üzerinden örgütlenip mücadele etmeleri onları daha “demokratik” kılıyor. Ulusal devletlerin sonunun geldiğini çağımızın “demokratik devlet”ler çağı olduğunu, bu “demokratik devlet"ler için sürecek mücadeleye karşı oluşacak direncin hiçbir şansının olamayacağını söylüyorlar. Bu düşüncelerin sol bir söylem olarak değilde, adı sol olmayan nesnel olarak kendini solda görmeyen herhangi bir örgüt ya da kişi de söyliyebilir. Fikridir der geçersiniz. Bize dert olan şahsen bana dert olan yönü, bu düşünceleri “sol” maskeyle savunanlar. Oysa bu tezlerin AB-ABD gibi küresel güçlerin tezleri olduğu, bölgemizde de artık açıktan bu politikaları uygulamaya koyduklarını görüyoruz ve yaşıyoruz. Bakın; ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post Gazetesine yazdığı makalede; “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 22 Ülkenin rejimleri ve sınırlarının değişeceğini” yazmıştı. Bu ülkeler arasında Türkiye, Irak, İran ve Suriye de var, demekteydi.
Bu bir kişinin şahsi düşüncesi değil. ABD’nin dış politika uygulamalarının yandaşlarına duyurulması, dünya kamuoyunu bu düşünceleri doğrultusunda haberdar edip etkilemesidir.
Nitekim bölgemizde bu politikalar Irak, Libya Mısır ve Suriye’de hatta Türkiye’de fiilen uygulanmış ve uygulanmaktadır. Akan kanın ana nedeni de budur. ABD’nin bu uygulamalarında “eş başkan” olduğu savıyla RTE ve AKP iktidarı ne yazık ki; Suriye’de ülkemizin başını belaya sokmuştur. Bu politikaların savunulacak bir yönü yok. A’dan Z’ye yanlıştır. Ancak ülkemiz bugün yaşadığımız böyle acı bir gerçekle baş başadır.
RTE ve AKP hükümetleri ABD’nin bölge politikalarında kendini görevli sayarken, Türkiye’nin de bölüneceği gerçeğini ister görememiş olsun, isterse o günkü ittifakların sonucu, gözüne çarpan havucun büyüklüğüne kapılarak Suriye’de rol üstlenmiş olsun, bu gün Türkiye çok ağır bir terör tehtidi ve ülke olarak da bölünme riskiyle karşı karşıyadır. Ayrıca Kuzey Suriye’de ki kanton oluşumları PKK politikalarını ters yüz etmiş ve PKK artık “Büyük Kürdistan” hedefine yürümektedir. Bu gerçeği de ne yazık ki “kürt sorunu” diyerek lafa girenlerin göremediği ya da görmek istemediği bir durum.
RTE ve AKP rabbim bizi afetsin diyerek inadından/yanlışından vazgeçti ama ülke yangın yeri. Bu hataları yapanların işi düzeltme şansları var mı ya da inandırıcı olur mu? Bu tartışmaların dahi bir yararını göremiyorum.
Evde çocuğun kibriti yakarak, bilmeden sebep olduğu yangını, kim çıkardıysa o söndürsün demeden, herkes elbirliğiyle söndürmek için nasıl suya koşuyorsa bu da öylesi bir durum. Türkiyede yeni hükümet kurma koşullarının olmayacağı ortada iken, Türkiye; İran ve Rusya’nın Moskova'da yaptıkları sözleşmenin ilkelerini savunmak her fikir erbabının görevi olmalıdır. ABD’nin Suriye’nin Kuzeyinde oluşturmak istediği koridor bağlantısını engelleyen durumu da savunmamız gerekir. Geçenlerde Uşak’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği “Keşke hiç şehidimiz olmasa, ama eğer Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa, belli acılara katlanmak gerekiyor.” sözü bence doğru bir söz.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu sözünü yazısına gerekçe yaparak Oya Baydar “Eğer doğruysa Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçelinin yanına git demiş. Sayın Oya Baydar geçmiş solculuğunun üstüne sünger çekmiş, artık küresel güçlerin sözcüsü konumunda. Ahmet Altan’la birlikte Taraf Gazetesinde “Kemalist Diktatörlüğü” tasfiye ediyorlardı Silivri Davaları sürecinde. Hatta Ahmet Altanla fikir ayrılığına düşümüştü de, yoldaşı Ahmet kendisini “Pavyona düşümüş bakire” olarak tanımlamıştı.
AKP ve RTE’nin Eş Başkan sıfatıyla ülkenin başına bela ettiği durumdan tornistan ederek düzeltme çabalarını savunmak bir yutseverliktir. Hem ülkeyi bu durumdan kurtaracak hem de hesap soracak gücümüz varsa o başka.