Değerli okuyucular bu yazım hem gecikti hem de yazının konusunu önceki yazımda belirttiğim gibi; “Kürt siyasi hareketinin” “sömürge teorisi” tezinden, “modernite döneminde” “demokratik ulus”, “demokratik cumhuriyet” tezlerini yazı kapsamının alacağı boyutta, yazacaktım. Öncelikle seyahatte olmam nedeniyle yazı yazacak şekilde “yerleşik” düzene geçişim uzun sürdü. Bu nedenle yazıyı zamanında yazamadım.
Önceki yazımda yazılacak yazı konusunu belirlediğim halde, Suruç’taki katliam ve Türk Silahlı Kuvvetler’i tarafından yürütülen bombardımanlar gündemde iken bazı “teorik” konuları yazmak yazının “aktüel” boyutunu doğal olarak zedeleyecekti. Ayrıca IŞİD konusuna değinirken kenarından köşesinden de olsa “demokratik ulus” kavramına açıklık getirmem konuyu anlaşılır kılmak açısından elbette bir zorunluluktur.
Nesnel gerçekler artık çok somut biçimde görülür bir hale dönüştüğünden, teorinin yol göstericiliği gölgede kalabiliyor. Bu açık gerçeğe rağmen toplumumuz hala gerçekleri göremeyip, “yaratılan düşmana” karşı öfke duyan, emperyalizmin bölgemizde uygulamaya koyduğu projeleri değerlendiremeyip, yıllardır “bana değmeyen yılan bin yaşasın” tavrıyla, Esat diktatörüne, Kaddafi diktatörüne öfke yağdıkça biraz da mutlu olan, bir sinsi sevinç duyuyordu. Tabii ki; bu algıyı yaratmada, dünden itibaren sözcüsü oldukları emperyal güçleri, “uluslararası demokratik güçler” olarak değerlendiren, adına “gazeteci”, “entelektüel”, “aydın” denilen işbirlikçi eğitimlilerin payı büyüktür. Suruç’ta 32 genç insanımızın katli bu besleme “aydınlara” yeni bir fırsat yaratmış gibi, katili kimin besleyip büyüttüğü, kimin kiraladığına bakmadan, kiralık katili “esas” düşman olarak toplumun gözüne sokuyorlar. Çünkü önceleri servis edilen yayınlarda “yaratılan” düşmanın ne kadar vahşi olduğu biliniyordu. Hiçbir zaman katilin nesnel bir gerçekliği var mı, yani bize düşman olması doğal olan biri mi, yoksa bölgemiz de amaçlarına ulaşmak isteyen emperyal güçlerin yarattığı bir maşa mı?
“Yaratılan” bir düşman olarak gündeme oturan IŞİD, anılan tarihten önce kafa kesmeler, öldürdükleri kişilerin ciğerlerini yiyen caniler olarak yaydıkları korkular, zaten toplumun beynine zerk edilmişti. Dolayısıyla Suruç katliamında adları telaffuz edildiğinde artık hiçbir endişeye gerek duyulmayacak şekilde, eksiksiz toplumun tüm katmanlarınca cinayetlerin faili oldukları kabul gördü.
Peki bu IŞİD yani Irak Şam İslam Devleti’nin, Suruç’ta toplanan sosyalist gençlerimizle hangi gerekçeyle düşmandı? Ya da Kobani’deki Suriyeli Kürtlerle ne düşmanlığı vardı? Bölgemiz bir Müslüman bölgesi değil miydi? Bu IŞİD’in Iraktan Suriye’ye Türk, Kürt, Ezidi, Arap önüne gelen herkesi katletmek için aralarında son iki yıldan önce varmıydı bir sürtüşmesi, çelişkisi, anlaşmazlığı ya da menfaat bölüşmezliği neydi? Bilen duyan okuyan var mıydı? Varsa da bu kapışmanın “demokratik ulus” modelinde karşılığı varmıdır? Hayır!!!
Yeni dünya düzeni Emperyalizm tek kutuplu dünyada toplumları dil, din, mezhep ve etnisite bazında bölünmesini “özerk federasyonlar” ve “konfederasyonlar” şeklinde örgütlenmesine “demokratik ulus” diyor. Bu nedenle “ulus devlete” karşı “demokratik ulus” önermesini ön plana taşıyor. Suriye’deki plan ise güneyde “Dürzi” özerk bölgesi, Kuzeyde “Kürt” özerk bölgesi kuzey batıda “Alevi-Nuseyriler” özerk bölgesi doğuda da Irak’ı da içine alacak şekilde, “Sunni-Arap” özerk bölgesi oluşmasını demokratik bulmaktadır. “Demokratik Devlet” bu birliğin adıdır. Hedef bu olmasına rağmen ve ayrılmacı tüm aktörler bu gerçeği bilmelerine rağmen, tüm öbekler, guruplar, haklarını alıyor görmelerine rağmen, toplumlar neden “haklarına razı” değiller de birbirlerini boğazlamaya devam ediyorlar. Bunu merak eden var mı? Ya da böyle bir meraka düşüncemizde yer bırakıyorlar mı?
Gerekçe çok basit. Toplumları, halkları birbirine “kan davası” düzeyinde düşmanlaştırmadan bölüp ayrıştıramazsın. Bugün yapılan budur. AKP hükümeti yıllardır emperyalizmin bu amacına hizmet etti. Toplumsal tabanını kaybettiğini görünce tornistan etmeye çalışıyor. Ancak sonuç alamayacağı açıktır. Yaratılan düşmana karşı savaş kazanılamaz. Kazandığını zannettiğin an, sahibi tekrar yaratır. Bombalayarak toplumu halkı düşmanlaştırarak sonuçta kendi ifadeleri olan “üst akıl” onlara bölünmüş paftayı (haritayı) teslim edecektir. Sadece dökülen kan halkın kanı olacaktır.
Son seçimlerde birlikte yaşamayı savunan kardeşliği dile getiren görüşler toplumda karşılık gördüğü açıktır. Ancak bu gerçeğin tek devrimci seçenek olduğu her nedense öncü aktörlerce inanılarak hala savunulmuyor. Bu nedenle bölgemizde ve ülkemizde yeni ve kanlı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Yüz yıllardır toplumlar halklar bünyelerinde var olan bilinen çelişkiler taşımakla birlikte, yine de kaynaşmış ve ortak yaşama mücadeleleri hiçbir zaman bu düzeyde bugünkü gibi kanlı geçmemişti. Dünya toplumsal mücadeleler tarihi göstermemiştir ki; emperyalizmin gölgesinde bir toplum ve halk özgürleşebilsin. Türkiye’de Kürt-Türk kardeşliğini her türlü gerici ve emperyalist engellere rağmen savunarak, geçmişin gerici faşist uygulamalarını bahane edip düşmanlaşmaya gerek yoktur. Toplumlar haklarını yine devrimci çağdaş ilkeleri dikkate alarak sağlamalıdır.