Diyarbakır’ın Sur ilçesinde aralık 2015’te sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve Diyarbakır halkı çok zor zamanlardan geçmişti. Sokağa çıkma yasağı sırasında çatışmalarda 28 yaşındaki Hakan Arslan hayatını kaybetmişti. Aile, 7 yıldır oğullarının cenazesini alabilmek için mücadele veriyordu. Evet, mücadeleleri sonuç verdi ama kayıpları, mücadeleleri sırasında duydukları acının yanına bir büyük acı daha eklendi. Oğlunun cenazesini almaya giden acılı baba Ali Rıza Arslan’a “Al, bu senin oğlun” denilerek torba içinde bir kutuyla oğlunun kemikleri verildi. Düşünebiliyor musunuz, Hakan Arslan’ın kemikleri önce bir kutuya, sonra bir torbaya konulmuştu ve bu şekilde teslim edildi babasına! Ailenin acısı hiçe sayılarak hem acılarına acı katıldı hem de cenazeye ve aileye alenen hakaret edildi.
Ve baba Arslan’ın yürekleri burkan sözleri:
"Cenazenin ya Adli Tıp Kurumu'nda ya da morgda olduğunu düşünüyordum. İşlemleri yapmak için bir iki kağıt aldım doldurdum ve katibin yanına gittim. Katip teslim kağıdını getirdi bana imzalattı. Her iki kağıdı imzaladım, birisini kendisi aldı birisini de bana teslim etti. Bir baktım, cenazeyi getireceğini söyledi, ben de cenaze burada mı diye sordum, 'Evet' yanıtını verdi. Yanımda avukat da vardı. Gitti cenazeyi aldı ve getirdi. 'Müsade ederseniz, cenazenin içinde bir CD var onu almam gerekiyor' dedi. Cenaze şöyle bir kutuda, torbanın içinde, CD'yi nasıl bulacakksın. Ben de birşey olmaz CD'ni çıkarabilirsin dedim. Torbayı açtı, kemikleri görünce çok kötü oldum. Gözüm artık bir şeyi görmedi. Bana kağıt verdi bu senin cenazendir dedi, kucağıma aldım ve çıktım. 22 yaşındaydı oğlum, 7 yıl sonra bir torbanın içinde verdiler ve kucağıma aldım çıktım. Artık bilmiyorum ne olduğunu..."
Bitti mi? Hayır. Cenazeyi torbada kutuyla alan babaya cenazeyi defnederken de rahat verilmedi. Karakola çağırıl ve birçok soru sorularak defin işlemleri konusunda emirler yağdırıldı.
“Askerler cenazeye kiminle gideceğimi sordu. Yeğenimle dedim. Yeğenimin ismini sordular. Zaten benim ismimi biliyorlardı. Hangi araç ve güzergahtan gideceğimi sordular. Güzergahı kendilerine ilettim. Daha sonra karakoldan bir kere daha beni aradılar. Karakola uğra ondan sonra gidersin dediler. Karakolda bana 'ara (aileyi) gidip mezarı kazsınlar' dediler. Ben de '5-6 saat yol gideceğim, yarın da beş altı saat yol döneceğim, oradan yola çıkınca arayıp mezarını kazmalarını söylerim' dedim. 'Hayır' dedi (karakol komutanı). Gidip kazacaklar ve ben de gidip göreceğim' dedi. Telefonla aradım (aileyi), 'gidin mezarı kazın karakol gelip kontrol edecek' dedim. Gidip mezarı kazdılar, karakol geldi gördü, mezarın fotoğraflarını çekti"
Nasıl bir utançtır bu Allah’ım, nasıl bir vicdansızlıktır tüm yapılanlar! Olanlar karşısında ben yerin dibine girmişken ve ailenin acısını hayal etmek bile bana ziyadesiyle ağır gelmişken, hiç mi utanılmadı, hiç mi yürek sızlamadı aileye ve cenazeye reva görülenler karşısında! Hayır hayır, utanılmadı!Çünkü bu topraklar ilk kez şahit olmadı böylesi bir utanca, gaddarlığa!
Bir kaç örnek vereyim isterseniz.
2017 yılında Dersim’de hayatını kaybeden Agit İpek’in cenazesinin 2020 yılında PTT kargo ile aileye kutu içerisinde gönderilmesini unuttunuz mu?
Her fırsatta dini hassasiyetlerden bahsedilen ve Müslüman olmayan ya da farklı görüşten olan insanlara da adaletli/eşit muamele edildiğini savunup suçlulara da adil davranıldığını ve suçlulara yasaların emrettiği şekilde yaklaşıldığını belirten sistem sahiplerinin, 3 ekim 2015 yılında yaralı olan 24 yaşındaki Lokman Birlik’i zırhlı araca bağlayıp sürükleyerek işkence etmesini ve öldürmesini unuttunuz mu?
Daha da eskilere dönelim.
Sisteme baş kaldırdığı, sistemin çürümüşlüğüyle mücadele edip işçi sınıfının yanında yer aldığı için terörist ilan edilen önder İBRAHİM KAYPAKKAYA, 25 yaşında iken Cafer Atan adlı şeref yoksunu bir öğretmenin ihbar etmesinden ötürü askerlerce yakalanmış, yaralı, ayakkabısı paramparça olduğu halde ve hava çok soğuk olmasına rağmen kasıtlı olarak 5 gün yürütülmüş, akabinde sağ ayağındaki tüm parmaklar ve sol ayağında ise küçük parmağı hariç hepsi kesilmişti. Aylarca süren sorgulama ve işkence sonucu hayatını kaybetmiş ama kayıtlara ölümü intihar olarak geçmişti. Acılı babası cenazeyi teslim aldığında gördüğü manzara karşısında daha da fazla yıkılmıştı. Kaypakkaya’nın vücudunun birçok yerinde delikler vardı. Kasıkları paramparça ve kafası kesikti. Bir tabutu bile yoktu. Cenazeyi hamal taşımıştı. Zor şartlar altında toprağa verilmişti Kaypakkaya.
Cumartesi Annelerini, kayıplarını, cenazelerini uzun yıllardır alamayan yaralı aileleri, acılı ailelerin sistemce hedef gösterilmesini ve yakınlarının akıbetini öğrenip mezarlarına ulaşmak istedikleri için terörist ilan edilmelerini, kimsesizler mezarlığına gömülen, kimlikleri bile bilinmeyen, işkenceler sonucu ölüp kimsesizler mezarlığına saklanan insanları ve fazlasını unutmak mümkün mü!
Bu ülkede; nasıl gömüleceğiniz, ölünüze nasıl muamele edileceği ve yakınlarınızın nelere maruz bırakılacağı biraz da hangi milletten olacağınıza, hangi siyasi kimliği taşıdığınıza, hangi tarafta yer aldığınıza bağlı. Eğer ki bazı mercilerin üzerini çizdiği bir isimseniz ya da çok da hoşlanılmayan bir kesimdenseniz, ölünüze bile rahat vermezler, ölünüze bile eziyet etmeye devam ederler. Bu da yetmez, ailenizin acısını yok sayıp ailenize de acı çektirmeye devam ederler.
Evet evet, biz Müslüman bir ülkeyiz!
Evet evet, bizim hassasiyetlerimiz var!
Evet evet, herkese adil ve eşitiz!
Evet evet, herkes kanunlar çerçevesinde muamele görüyor ve işkence görmüyor!
YERSEN!
Bir kez daha!
"Dilerim inandığınız Allah vardır ve cehennem 7 kattır." (Ece Temelkuran )