Her şey Habil ile Kabil zamanında başlamıştı aslında. Rivayete göre her ikisi de Rabbe adak adamış, ancak Rab sadece Habil’in adağını kabul edip Kabil’in adağını reddetmişti. Düşündü Kabil. Nasıl olur da Yaradan’ca kendisi değil kardeşi kabul görürdü. Nasıl olurdu da kardeşi kendisinden üstün sayılırdı Mevla’ca. Şeytan fısıldadı kulağına ve EGO TANRISI sardı Kabil’i baştan ayağa. İlk ölüm, ilk cinayet, ilk ego, ilk Tanrı böyle gösterdi kendisini. Sonra ki cinayetlere kapı açarcasına, kardeşin kardeşi katletmesini mubah kılarcasına…
Âdem ve Havva ile çoğaldı insanlık. Birçok ırk, birçok dil, birçok kültür türedi tek tek. Rahman vurguluyordu insanoğluna. Tek üstünlüğün takva olduğunu, Allah katında her ırkın eşit sayıldığını. Bu vurgu yetmedi körlere, sağırlara. IRK TANRISI peydahlandı aniden. Herkes kendi ırkını üstün görürken, diğer ırklara zulmetme, katletme hakkını buldu kibirle donanmış benliğinde. İnsana insanca bakılmaz oldu, IRK TANRISI insanlığı gün be gün vurdu…
Sonra KAPİTALİZM TANRISI girdi hayatlara. İnsanlar köleleştirildi bir bir. İkiye ayrıldı insanlık kapitalizm sisteminde. Ezenler ve ezilenler diye. Burjuvalar dünyanın Tanrısı edasına bürünürken, halklar köleleştirildi kapitalizm ile. Kolektif bir yapıya sahip olan ve Marks’ın deyimiyle, tarihin öznesi proleterler de nasibini aldı kölelikten, KAPİTALİZM TANRISI’nın hışmından. Kapitalizm; bir yandan emekçilerin sömürülmesini, diğer yandan da sömürüye razı olmasını işledi emek kitabına. Rekabet, güvence, sigorta, emeklilik gibi etmenler sokuldu beyinlere ki, halinden memnun köleler yetişsin diye. Sınıflar belirlendi, herkese kendi sınıfı öğretildi. Sanki insan sürüleri oluşturuldu da, KAPİTALİZM TANRISI güdüyordu onları adeta…
KAPİTALİZİM TANRISI, beraberinde PARA TANRISI MAMON’u doğurdu. Evrensel değerlerin yerine bir anda MAMON oturdu. Ölçütler değişti, teraziler kırıldı, güzel olan her şeye necaset karıştı. Vicdanın yerini aldı MAMON. İnsanlığın, ahlakın, insani ilişkilerin, merhametin, vefanın izlerini sildi birer birer. İnsanoğlu her iş ve oluşu MAMON ile belirliyordu artık. İnsanlar parasına göre muamele görüyor, statüsüne göre değerleniyor, burjuvalar türüyor, mazlumlar artıyor, alt sınıf olarak kategorize edilenler ezilmeye mahkûm bırakılıyor, iyi ve güzel olan her şey çarmıha geriliyordu MAMON tarafından. Oysa “Mülk Allah'ındır” diyordu Rab. Servetine servet katıp konu mazlumlar olunca cebinde akrep yetiştirenleri uyarıyordu ayetlerde. Ancak bunu duymuyor, görmüyordu parayla benliğini mühürlenmiş olanlar. Çünkü artık Allah'ın değil MAMON’un kullarıydı gözünü paraya bulamışlar…
İnsanoğlu kendisine yer açmaya başladı dünyada. Sınırlar çizildi ırklar arasında. “Emeğin karşılığı mülktür” hırsıyla, kendi elleriyle var etti MÜLK TANRISI’nı. MÜLK TANRISI fısıldıyordu kulaklara, “Emeğinin karşılığını almalısın. Mülk edinmelisin, güçlenmelisin. Geleceğini güvence altına almazsan, güçlü olmazsan dünyada var olamazsın” diye. Ne kadar mülk, o kadar güvence, o kadar güçtü insanlık için. Hani Muaviye saray yaptırmıştı da, Ebu Zerr el-Gifari karşı çıkmıştı ona. “Eğer bu sarayı halkın parasıyla yaptırdıysan, hırsızlıktır, haksızlıktır. Eğer bu sarayı kendi paranla yaptıysan, israftır haramdır. Derhal yık bu sarayı” demişti de ona, Muaviye, Ebu Zerr el-Gifari’yi değil, EGO, KAPİTALİZM, HIRS, PARA, MÜLK TANRISI’nı dinlemişti ısrarla. Tarih boyunca âlemi Muaviyeler sardı da, yok etmeye çalıştı hakkaniyeti tepeden tırnağa…
Menfaatler sarmıştı kâinatı. Yeni Tanrılar üretmeli, bu Tanrılar ile insanlar sindirilip yönetilmeliydi. Seküler DİN TANRISI da böyle peydah oldu dünyaya. Öğretiler değiştirildi, menfaatlerle örtüşecek şekle getirildi. Sözde din anlatılıyordu insanlara, din tüccarlarının pazarladığı kelamla. Hurmayla karnını doyuran bir peygamber anlatıyordu mesela. Cehennem ateşiyle korkutuluyordu herkes, korkutanların zebanilerin ta kendisi olduğunu görmeden. Sürekli cezalandıran bir Yaratıcı tasviri ile sindirildi toplumlar. Açlığa sabreden, itaatkâr olan, sorgulamayan, açlığı bertaraf etmek için direnmeyen insan kolonileri yaratıldı arsızca. DİN TANRISI öyle bir sardı ki yeryüzünü; Allah adına katletmek, zulmetmek, emeği sömürmek, köleleştirmek, değerleri hiç etmek, adaletsizleşmek, ötekileştirmek, güçlenmek, güçlenip din maskesi altında herkesi ezmek mubah oldu yürekleri kararanlara…
Allah insanları erkek ve dişiden yaratmıştı elbet. Her ikisi de kusursuz, her ikisi de değerliydi Rab katında. O, birini diğerine üstün kılmazken, kâinatın devamlılığı, huzuru, mutluluğu için her ikisi de gerekliyken, ERKEK TANRILAR baş gösterdi yeryüzünde. Yaratan’ca yüceltilmiş olan kadın, küfürlerin bile malzemesi haline geldi. Hayatın her alanında metalaştırılıp, kendisine bahşedilen değer silindi. Katledildi, zulmedildi, fuhuş batağına itildi, dövüldü, sövüldü, susturuldu kadın ERKEK TANRILAR’ca. Erkeğe koşulsuz itaati öğreten DİN TANRISI’nın da desteğiyle, erkeğin ego manyası altında ezilen kadınlar yetiştirildi dünyada. Savaşların efendisi erkeklerken, kadını metalaştırma üzerinden erkekler ceplerini doldururken, kadınları ezerek ya da susturarak sözde erkekliklerine erkeklik katılırken, Allah’ın yücelttiği ve nesilleri onların koruması altına verdiği kadın, hiçliğe gark oldu, ERKEK TANRILAR’ın yasaları ile boğuldu…
Elbette burada SAVAŞ TANRILARI’ndan bahsetmemek olmazdı. Ki onlar hırsları, menfaatleri uğruna dünyayı yaşanmaz kılanlardı. Nice masumlar öldürüldü bu yolda, nice masumlar yerlerinden yurtlarından oldular bu Tanrıların hırsıyla. Ülkelerin korunması adı altında silahlar üretiliyor, bu üretimle birilerinin cebi dolarken, başka ülkelerin korunması hiçe sayılıyordu. İnsanları koruma, adaletsizliğe karşı çıkma bahaneleri servis edilirken millete, adaletsizlik, katliam, zulüm yayılıyordu her yere. “Size ne oldu ki ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden kurtar, bize sahip çık, bize yardım et,’ diye feryad eden ezilmiş erkekler, kadınlar ve çocuklara rağmen hâlâ ALLAH yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa/75) diyorken Rab, bazıları bu ayete duyarsız kalırken, bazıları kurtarıcı edasına bürünüp zulme zulüm, katliama katliam katıyordu kahrolası hırsıyla…
Tüm Tanrılar NEFİS TANRISI’nın çocuklarıydı aslında. Nefsini Tanrı edinenlerin elleriyle var ettiği Tanrılardı her biri. İnsanoğlu yıllar boyu bu Tanrıların ego manyası altına girerken, bu ego manyaya karşı çıkan, nefsini Tanrılaştırmaktan uzak olan insanlar da var oldu ezelden ebede. Merkezine insanı, insanın değerliliğini oturtup direndi her biri. Koşulsuz mazlumlar için mücadele etmeyi şiar edindi. Bazen Ali/Hüseyin gibi göründü, bazen Rochel Corrie’ye büründü, bazen Mark Gilbert oldu, bazen Malcolm X gibi varlık buldu. Her devirde öldürülseler de direnişçiler, öldükçe dirildiler, farklı isimlerle zalimlerin karşısına dikildiler. Tarih; Âdem’den bu yana var olan katilleri, zalimleri, adaletsizleri yazmadı direnenler kadar. Bu direnişte insanlar ölse de yıllar içerisinde, mücadeleleri yazıldı tarihe altın satırlarla ve gelecek nesillere örneklikleri kaldı umutla.
Direnmeliydi elbet insanlık. Tüm Tanrılara başkaldırmalı, insanlığın erdemliliğini korumalı, dünyadayken cennetini kurmalıydı insanoğlu. Allah nurunu tamamlayacak, insanlık/barış/huzur/adalet/koşulsuzca insanlığı kucaklama kazanacaktı dünyada.
Direnmeliydi Âdem ile Havva
Direnmeliydi adaletsizliğe, haksızlığa
Direnmeliydi Tanrılara, Tanrıların hışmına
Direnmeliydi direnilesi her can ve varlık için zalimleşen dünyaya…