1 Mayıs itibariyle bir dostumun ricası üzerine, işine destek amacıyla Gaziantep’e geldim ve bugün itibariyle çalışmaya başladım.
İş, Suriyelilerle ilgili bir proje. Ayrıntılarını yazmama gerek yok sanırım. Ki bu yazıda konumuz bu proje değil, Suriyeliler.
Elimizdeki adres listesine göre Suriyelilerin evine gitmeye başladık. Semt, Şehit Kamil. Her girdiğim Suriyeli evinde kanım dondu resmen. Öyle bir sefalet, öyle hikayeler vardı ki, kendimden/hepimizden/insanlıktan utandım. Rutubet içerisinde ve fakirliğin her köşeye dibine kadar sindiği evler karşıladı beni. İnsanın her zerresi utanç ve azap duyar mı? Vallahi de duyar.
Onca fakirlikle beraber kocaman yürekler karşıladı beni. El pençe oldular, ne ikram edeceklerini şaşırdılar. Onlar öyle yaptıkça daha da küçüldüm ben. Bazıları da yardım için gittiğimi sanıp dertlerini anlattı. Mesela bir anne beş çocukluydu. Dediğine göre kocası terk edip onları ortalıkta bırakmış. Kadın hasta olduğu için çalışamıyormuş. Çocuklar küçük olduğu için onlar da çalışamıyormuş. Başkalarının vicdanına kalmışlar. Birileri yemek getirirse doyuyorlarmış. Yoksa aç kalıyorlarmış. Görseniz ev berbat, hava soğuk ve incecik kıyafetler var üzerlerinde, ayaklar çıplak…
Bir başka hikayede de baba hasta, çalışamıyor. Anne çocuklarıyla evde el işi yapıp satıyor. Büyük kız lisede okuması gerekirken, anneye destek için okulu bırakmış durumda. Eve giren toplam aylık 10 bin bile değil ve aile 8 kişi. Düşünebiliyor musunuz? 8 kişi ve aylık asgari ücret bile değil.
Ve insanın içini yakan başka bir hikaye. Gittiğimiz evlerden birinde bir çocukla görüşmemiz gerekiyordu ama okul saati olduğu için umudumuz yoktu. Aynen tahmin ettiğimiz gibi çocuğu evde bulamadık. Ancak okul dolayısıyla değil, çalıştığı için. Çocuk 13-14 yaşlarında. Okulda ciddi anlamda zorbalığa maruz kalmış Suriyeli olduğu için. Bir dayanmışlar, iki dayanmışlar, üçüncüsünde çocuk formasını atmış ve bir daha gitmemiş. Aile bir şey diyememiş. “Neden hakkınızı aramadınız” dedim. “Bizi kim dinler, kim umursar ki” dedi anne. Aha buyrun, bir utanç tablosu daha. Sizler çocuklarınızın eften püften sorunlarını sorun bilirken, Suriyeli çocukların neler yaşadığını neden görmüyorsunuz!
Böyle birçok aileyle görüştüm. Sanki öldüm öldüm dirildim. Her dirildiğimde yeni ailede tekrar öldüm. Hepimizin nasıl sınıfta kaldığını gördüm tek tek. Evet, iyi durumda onlan Suriyeliler var ama madalyonun diğer yüzü korkunç bir boyutta. Sizler karşınızda ülkesinden savaş dolayısıyla çıkmış perişan halde Suriyeliler görmek istiyorsunuz ya, işte ben onlarlaydım bugün. Keşke birçoğunuzun vicdanınız sızladığını bilsem. Ancak düşmanlık öyle kaplamış ki kalbinizi, körelmiş tüm insanlığınız. O yüzden mümkün değil onları görmeniz, onlara dokunmanız. Yüreklerinize seslenmeyi, bu insanlar için bir şeyler yapmak adına ayağa kalkmanızı ümit etmeyi çok isterdim ama konu Suriyeliler olunca sağırsınız, körsünüz, dilsizsiniz.
Fakir “Bizim” fakirimiz olduğunda bile 3 maymunu oynayan bir kitleye laf anlatmak nasıl zor. Yanıbaşındakini görmeyen, komşusunu mu görecek! Üstalik konu nefret ettiği Suriyeliler iken!
Ece Temelkuran’ın dediği gibi:
“Dilerim inandığınız Tanrı vardır ve o cehennem yedi kattır”
(Sözüm muhataplarına, genelleme değil)