Atatürk, cumhuriyeti kurdu, dışa tam bağımlı bir Osmanlı enkazı üzerinde, göze alınması çok zor bir sanayileşme atılımıyla tam bağımsız bir ekonominin temellerini attı.
Bugünün “partili cumhurbaşkanlığı düzeni”ise onun kurduğu sanayiyi bitirerek, dışarıya tam bağımlı; “dolar” hapşırınca yorgan döşek hasta yatağına düşen bir ekonomi yarattı.
* * *
Atatürk’ün yarattığı ekonomi, 1930’dan 1946’ya kadar, 1938’deki küçük bir açık dışında, hep dış ticaret fazlası verdi. Yani, borç yaratmadı, ülkemize döviz kazandırdı.
Dolayısıyla Türk Lirasının değerini düşürmedi, tam tersine, yükseltti.
Bugünün 20 yıllık yönetiminde Türkiye, hiç ticaret fazlası görmeyen ekonomisiyle, yabancı alacaklıların “en kırılgan beşli” diye sınıflandırdığı ülkeler kategorisinde.
Öyle ki, “beşlinin” bazıları ara sıra bu kategoriden çıkabilirken, ülkemiz, Güney Afrika ve Brezilya ile birlikte, bu kategorinin değişmeyenlerinden.
Öyle ki, TCMB, artan döviz kuruna Türk Lirası lehine müdahalede bulunacak bir rezervden mahrum; hatta mevcut girdi ithalatını karşılamak için bile kaç atımlık barutu kaldığı meçhul.
* * *
Atatürk, cumhuriyetin kuruluş yıllarında neredeyse tümüyle maraba konumunda olan köylüyü üretmen çiftçi konumuna getirmeyi hedefledi. Ömrü bunu tamamlamaya yetmemiş olsa da, hukuki altyapı temellerine yönelik adım attı. Atıl toprakları tarım üretimine kazandırdı.
Bugünkü iktidar ise, örneğin “yerli malı” gübre üretimi için gerekli girdileri üretebilecek kimya sanayisi yaratamıyor.
Dolayısıyla, ithal kimyasallar dövizin her yukarı gidişinde çiftçinin gübresini pahalandıran bir etki yaratıyor. Bu yüzden de, çiftçilerimiz üretim yapamaz, tüketicilerimiz de gıda enflasyonu ile baş edemez duruma sürükleniyor.
Yani; 20 yıllık iktidar, hem çiftçi sayısının azalmasına yol açtı, hem de 2002’de 27 milyon hektar olan tarım arazisini 23 milyon hektara düşürme başarısını(!) gösterdi.
* * *
Atatürk, bir asker, emperyalist işgalcileri mağlup etmiş muzaffer bir komutan olduğu halde, sağlam bir ekonomi altyapısının kuruluşunun ve dış politikada dünyada-bölgemizde saygın bir bağımsızlığın “yurtta sulh, cihanda sulh” ile sürdürülebilir olduğuna inanıyordu.
Bugün ise, iktidar agresif ayrımcılığıyla yurtta sulh bırakmadığı gibi, ekonomik kapasiteyi aşan, gerçeklikten kopuk maceracı, atarlı dış politikalarıyla ülkemize maliyetini daha da ağırlaştırmayı başardı(!)
* * *
Atatürk, giriştiği sanayi, tarım, eğitim dönüşümleri için gençleri ileri ülkelerde eğitime gönderdi. Gidenlerin hepsi, ülkelerine karşı görev bilinciyle geri döndüler ve kalkınma hamlelerinde onurla görev aldılar.
Bugünkü iktidarın “şahlanan ekonomisi”(!) ise, üniversite mezunu gençlerimize yeterli ve onurlu istihdam sağlamaktan aciz.
Gençlerimizin yüzde 60’a yakınını, “imkânım olursa yurt dışında yaşamak isterim” çaresizliğine sürüklemeyi başardı(!)
* * *
Mustafa Kemal Atatürk askerdir, gazidir.
Ama aynı zamanda, “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa meydana gelen zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner” diyebilen bir devlet adamıdır, bir sosyal devrimcidir.
O’nun “ekonomik zaferlerle” ne kast ettiğini, yaptığı planlı sanayileşme hamlesinden, tarım-toprak-köy ilişkisine yaklaşımından, kadını sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi alanın aktif öznesi kılan reformlarından, somut olarak anlayabiliyoruz.
Sorun şu ki, iktidarı ile muhalefeti ile bugünün kuşakları “ekonomik zaferler” derken ne anlıyor?
Atatürk’le, laik cumhuriyetle sorunu olan iktidar, kaynakları, hasta ve yolcu garantili şehir hastanesi, yol-köprü-tünel müteahhitlerinin, HES müteahhitlerinin hazine garantili döviz borçlarına, betona-inşaata akıtırken; bunun bedelini de çiftçisi, esnafı, ücretli-maaşlı çalışanlarıyla, emeklisiyle halkın sırtına yükleyen ve de mütemadiyen dış borç, faiz borcu üreten mevcut yapıya “şahlanan ekonomi” diyebiliyor.
Atatürk’ün planlı sanayileşme eylemiyle uzaktan yakından bir benzerliği yok elbette.
Diğer yandan Atatürkçü laik muhalefet; Atatürk’ün “ekonomik zaferler” deyişinden ne kast ettiğini anlıyor mu?
Ne yazık ki, emin olamıyoruz?
Atatürk döneminin kurucu kuşağı niçin devlet eliyle sanayileşme zorunluluğunu duydu?
İmalat sanayimizin ve tarımımızın ithal girdiye bağımlılığını giderecek bir yatırım ve ara malları sanayi politikamız var mı?
Yoksa, 1946 sonrasında Godot’yu bekler gibi, sıcak-soğuk yabancı sermaye gelsin de sanayileşelim beklentisi mi var hâlâ?
Yoksa, Einstein’a atfedilen meşhur sözdeki gibi, “aynı şeyi, her defasında farklı sonuç alacağı umuduyla deneyip durmak” denilen delilik eşiğinde gezinen bir topluma mı döndük?
Ne yazık ki bu konuda açıklayıcı, doyurucu bir sanayileşme stratejisi ufukta görünmüyor.
* * *
Aslında, Atatürk’ün iktisadi devrimciliğini anlamaya şiddetle ihtiyacımız var.
Anlıyor muyuz, emin değilim.
İşte tam da bu yüzden, Atam, bu sene 10 Kasım’da da karşında başımız pek de dik değil; hatta diyebilirim ki huzurunda mahcubuz.
Büyük devrimcinin dönüştürücü iradesinin anısı önünde saygı ile eğiliyor; rahmet ve minnetle anıyorum.