Şeriatçı, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e o kadar hınçlı ki “Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma” bedduasında. (25 Ağustos 2021, cumhuriyet.com.tr)
AKP’nin eski grup başkan vekili, Osmanlı alfabesiyle düşünebilen bir düşün adamı edasıyla, “.. maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” diye buyuruyor. (22 Ekim 2022, gazeteduvar.com.tr)
Türkçe-ingilizce karışımı “düşünme setleri” bir yana, belli ki Cumhuriyet’le sorunu var.
Bunların bu “düşünme setleri” bugün gökten zembille inmedi elbette. Ama yazının konusu, bu Cumhuriyet karşıtı fikirleri tartışmak değil.
Konu Cumhuriyet’in bugünkü karşıtlarının daha kuruluş aşamalarındaki sosyokültürel akrabalarına dair bir hafıza tazelemesi.
* * *
1 Kasım 1922, saltanatın kaldırılması tartışmaları, Alev Coşkun’un 6 Kasım 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki makalesinde özlü bir şekilde anlatılmış.
Egemenliğin millete ait olduğunu ve padişahlık hakkında yasal işlem yapılmasını talep eden önergeye muhalif vekiller vardı. Alev Coşkun’un da vurguladığı gibi, “kuşkusuz saltanatı ve Padişah Vahdettin’i destekliyorlardı”.
Yüz yıl sonranın “keşke Yunan kazansaydı”cı fesli sarıklıları, açık ki o günkülerin devamı.
Süreçte geriye gidiş! Geriye gidiş mi yoksa ileriye gidemeyiş mi?
İkisi de..
* * *
İleriye gidemeyişimizin sosyoekonomik unsurlarına dair konuşmaya çalışacağım.
Bunun için Bilsay Kuruç hocanın 25 Nisan 2022’de Cumhuriyet’te yayımlanan “Köy Enstitülerinin gücü” başlıklı makalesinden yardım aldım. Tırnak içindeki deyimlendirmeler oradandır.
Mesela Fransız Cumhuriyeti, prekapitalist toplumum bağrında doğan yepyeni sınıfların; burjuvazi ve işçi sınıfının, feodal kabuğu kırmaya ramak kalmış köyün de desteğiyle, eski toplumun kurum ve kurallarını yıkarak kurduğu bir rejimdi. Yani toplumun tabanından geliyordu bu devrimsel dönüşüm talebi.
Askercil olarak emperyalizmi yenmiş olan kurucu kuşağın Osmanlı’dan devraldığı toplum o değildi. Bağrında öyle bir toplumsal değişim talebi taşıyan sınıfları barındırmıyordu.
Tam tersine, bir “prekapitalist dokunun” Doğu’da toprak ağası, Batı’da büyük toprak sahibi, tüm kent ve kasabalarda eşraf, tüccar sınıfları var; iç içeler ve öyle bir dönüşüme karşı müttefiktirler.
Ya köy? “Prekapitalist rejimde ortakçı, yarıcı, maraba, toprak işçisi vardır. Sessizdirler”
Buradan bakınca, o günün uluslararası güçlerinin ekonomik-siyasi baskı ve rekabetiyle başa çıkacak güçte bir bağımsız devlet-toplum dönüşümü sağlamak gibi ağır bir sorumluluk var genç Cumhuriyet’in omuzlarında.
Osmanlı, sanayi devrimini ıskaladığı için yarı sömürge olarak çökmüştü.
Sanayi şarttı. 1927 Teşvik-i Sanayi yasası (1913’ten sonra ikincisi) çıkardı, teşvik edersem olur umuduyla.
Olmadı, prekapitalist sınıflardan bu çıkmadı.
Devlet olarak üstlenmek zorunda kaldı; 1930’larda planlı sanayileşmeyi kendisi yaptı.
Cumhuriyet’in bu sayede dış ticaret açığı vermeden geçen tek dönemi 1930-1946 arasıdır.
* * *
O günlerin varlıklı sınıfları, o günden bugüne bir değişim geçirmedi mi? Elbet geçirdi. “Sanayici” bile oldu. Ama dünyadaki üretim değer zincirinin en düşük katma değerli halkası olan montaj sanayicisi; üretimin muhtaç olduğu yüksek katma değerli girdilerin mecburi ithalatçısı olabildi. Cumhuriyet’i daha ilerisine; teknoloji üretebilen ülkelere bağımlılıktan kurtarıp onların ligine çıkartabilir mi? Olmayacak dua; görünen köy kılavuz istemez.
* * *
Cumhuriyet’in bir büyük hedefi daha vardı: “Prekapitalist rejimde ortakçı, yarıcı, maraba..” olarak sadece basit tarıma hapsolmuş köylüleri toprak sahibi özgür çiftçiye dönüştürmek.
Atatürk’ün “Müstahsil (üretici) köylü efendimizdir!” deyişi budur.
Lâkin “Köylüler (büyük kitle) güçsüzdür. Gücün sahipleri büyük topraklılar, eşraf, tüccardır”.
1924’te Köy Kanunu; Cumhuriyet istiyor ki “köy konuşsun”.
“1927 ve 1929’un yasaları ile toprak dağıtma adımı”.
“Atatürk 1936 ve 1937’de TBMM’de, ‘Toprak Kanunu’nun bir neticeye varmasını yüksek desteğinizden beklerim. Her çiftçi ailesinin geçinebileceği, çalışabileceği toprağa sahip olması…’ diyecek. Ve İnönü, 1936 sonunda vurguları yapar: ‘Toprak işleyenin!’, ‘Bin kombina kuracağız.’ Ve dağıtılacak toprakları kamulaştırabilmek için anayasa önerisi getirir (1937, 74. Md.)”
1940, Köy Enstitüleri de, basit bir eğitim hamlesi değil. Köy-tarım-toprak reformu davasının, İnönü-Yücel-Tonguç’un kurmay zekâsı ve adanmışlıklarıyla yaratılmış bir ana unsurudur: “Bu büyük iddiadır. Köylü kendi potansiyelini keşfederek toplumu dönüştürme iradesine erişecektir”
Sanayileşme hamlesi büyük toprak sahipleri, eşraf ve tüccar ittifakının statüsünü tehdit etmiyordu, ama bu başkaydı. “Geri kalmışlığın kalın kabuğu” burada en kalındı:
“Tasarı köy-toprak-tarım rejiminin fiili sahipleri için ürkütücüydü. Ortaçağdan gelen ‘statü’leri sona erecekti. İnandırıcı tezleri yoktu. Ancak, çoğunluk sağlayacak taktikleri ve ‘komünizm geliyor’ yöntemleri vardı”.
Nitekim, Kurtuluş Savaşı Başkomutanının otoritesi altında pek cesaret edilemeyen itirazlar, onun ölümünden sonra daha sesli ve hattâ fiilen etkili hale gelebildi.
Öyle ki 1945’te, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısını görüşmek üzere kurulan geçici komisyonda o sınıfın Adnan Menderes, Cavit Oral gibi sözcüleri hakim idi artık. Tasarı, Cavit Oral’ın ifadesiyle, oldukça zararsız bir şekle sokulduktan sonra (yani kuşa çevrildikten sonra) meclise gelebildi. Tabii böylece iş olacağına vardı:
Çiftçiyi Topraklandırma yasası, topraklandırMA yasasına çevrildi.
ABD’ye bizi de Marshall Planı kapsamına alın başvurusuyla ülke kaderine ABD’yi sokan da; bunun sonucu olarak 1949 Thornburg raporu doğrultusunda Atatürk’ün döneminin planlı sanayileşme defterini kapatan da işte meclisteki bu güç oldu.
Bu sınıfın dönemin tek partisi CHP içinde olgunlaşan bu gücü sonradan Bayar-Menderes “Demokrat Parti”sine (DP) evrildi.
Köy Enstitüleri bu “yeni” partinin elinde son buldu.
İçinde Cumhuriyetle sorunlu birçok kişi ve kesimi barındıran AKP de DP’nin devamı olmakla övünmüyor mu?
Birinci yüzyılının son çeyreğinde yıkımına girişilen Cumhuriyetin sanayi ve tarım KİT’lerinin defterini düren de son 20 yılın iktidarı değil mi?
* * *
12 Eylül darbesinin hışmına uğrayan Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, Cumhuriyet’in sanayileşme davasını olduğu kadar köy-toprak davasını da kaldığı yerden yeniden başlatmanın planıydı. Uygulanabilseydi, etkin bir toprak reformu planıydı.
Bunu da kapitalizm öncesinden kalan o kadim sosyal sınıf ve zümrelerin bugünkü devamı olan sınıflar, IMF-DB işbirliği ile ve 12 Eylül 1980 darbesi marifetiyle engelleyebildiler.
Hasılı, ölümünün 84. Yılında Atatürk’ün huzurunda hâlâ mahcubuz.
* * *
Gösterdiği yola, tuttuğu ışığa saygı ve minnetle..
Eline diline sağlık. Tebrikler.