Bizim için daima en iyisini düşünen “tek adam” rejimimiz, ülkemize bahşettiği(!) -dünyayı kıskandıran- düşünce ve ifade özgürlüğünün dozunu biraz fazla bulmuş olmalı ki, geçenlerde TBMM’ye bir “dezenformasyon yasası” getirdi. Yanlış anlamayın, yine ülkenin iyiliği için(!)
Özellikle “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” eylemine 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngören 29’uncu maddesinden ötürü “sansür yasası” olarak da nitelendi.
Sonra niyeyse, tasarı torbadan geri alındı ve TBMM tatili sonrasına bırakıldı.
Niyesi TBMM’nin Ekim’de açılacak yeni döneminde gündeme gelince daha iyi anlaşılır.
Şu “halkı yanıltıcı bilgi” kavramı bana göre başka, sana göre başka, tasarı müellifi “tek adama” göre daha başka olabilir elbet.
Bu meselede hayli eğlenceli spekülatif bir senaryo geldi aklıma; paylaşayım.
Hayır, “camileri yaktılar”, “camiye ayakkabıları ile girdiler, bira içtiler” vb. gibi şeyler değil. Bugünkü ahval ve şerait içinde artık bunların “halkı yanıltıcı” olmaktan çıkmaları bir yana, “bilgi” bile sayılmaz onlar.
Ne peki?
Meselâ 24 Haziran 2018 seçiminden birkaç gün önce Erdoğan demişti ki, “Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. .. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz”. (10 Ağustos 2018, t24.com.tr)
O gün Erdoğan’ın “alenen yaydığı” bu bilgiye (yani Erdoğan’a) güvenerek onay veren halk bugün o “bilgi”nin ne kadar yanıltıcı olduğunu yaşamında çok acı bir biçimde görüyor.
Erdoğan’ın “alenen yaydığı” bu “bilgi”ye güvenerek; cepteki paramızın geçime yetecek kadar değerli olacağına inanarak ona evet diyenler yanıltıldı kuşkusuz. 4 yıl önceki o sözler de bal gibi “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” kapsamına girmez mi?
4 yıl önce ona inanarak oy veren halkın yanıltılan sıfatıyla, Erdoğan’a inanmadığı (yanıltılamadığı) halde aynı feci kaderi paylaşan halkın da doğrudan zarar gören sıfatıyla ortaklaşa açtıkları bir “29’uncu madde” davası düşünün.
“Faizle şunla bunla” silindir gibi ezilen, mağdur edilen halkın davacı olduğu, davalısı da “bu kardeşiniz” olan bir “29’uncu madde” yargı süreci çok ilginç olurdu doğrusu.
* * *
Gerçeğin bir yanını parlatıp, asıl kötü yanını gözlerden saklamak da dezenformasyona dahil.
Meselâ Erdoğan geçen yıl, “.. Türk ekonomisi toparlanma sürecini geride bırakarak atılım ve şahlanış dönemine girdi..” diye coşarken somut gösterge namına ne söylüyor du? “Temmuz’da ihracatımız .. Ocak-Temmuz ihracatı .. 12 aylık ihracatımız ise .. Cumhuriyet tarihinin zirvesine çıktı ..” (16 Ağustos 2021, tr.sputniknews.com)
Aman da aman(!) Okur merak ederse o müthiş(!) “ihracat” rakamlarını bulabilir. Rakamlarla canınızı sıkmayayım.
Yalnız bu hamasetin “küçük”(!) bir defosu var.
“İhracat” rakamlarıyla parlatılırken, Türk ekonomisinin hayatımızı zehir eden ana damarı ithalat (döviz) bağımlılığının kasten gizlenmesi.
Bunu anmadan “şahlanma” havası atmak da bal gibi “halkı yanıltıcı bilgi”.
Nitekim Erdoğan’ın “yine de şahlanıyor aman!” ajitasyonu yaptığı 2021’de dış ticaret 46 milyar dolar açık veriyordu. Yani ithalat daha da fazla şahlanıyordu.
Bakan Nebati de bu yıl, “İhracatımız .. rekor kırdı. 2022 yılı Mayıs ayında ihracatımız ..” havası atarken ithalatın neye ulaştığını gizliyordu. (28 Haziran 2022, milliyet.com.tr)
Oysa bu “2022 Mayıs ayında” dış ticaret açığı yüzde 150’den fazla artmıştı.
Dış ticaret açığının acı çıktısı diye nitelenebilecek olan cari açığımız ise geçen 2021’in tamamında 15 milyar dolar civarındayken, bu yılın ilk beş ayında 28 milyar doları geçmiş bulunuyor.
2021 ortasındaki Erdoğan’ın “şahlanma” ajitasyonu gibi, 2021 sonunda bakanı Nebati’nin “düşük cari açık” vaadinin de, bugün artık kanıtlanmış birer “halkı yanıltıcı bilgi..” olduğu belli. “29’uncu madde” üzerinden yargılanmayı hak etmiyor mu?
* * *
Yasanın ayrıntısı çıkınca, istenirse hukukçular tarafından değerlendirilebilir elbet.
Bizimkisi, milyonlarca yurttaşa çok pahalıya patlayan bu tür dezenformasyonların hesabını ülke olarak sorabilmek dileği.
Erdoğan, Nebati vb. gibi iktidar çevrelerinin yukarıda anılan “başarılar”(!) gibi karar ve eylemleri, herkesin bildiği gibi, saymakla bitmez.
Meselâ Erdoğan’ın “faiz sebep-enflasyon netice” deneyi ve maaş zamlarında resmi ölçü alınan TÜİK’in enflasyonu olduğundan düşük ilan etmesi, vatandaşın hayatı üzerindeki tahribatına bakınca, hesabı sorulması gerekmez mi?
* * *
İddası neydi Erdoğan’ın: “Şunu çok açık net söylemem gerekiyor. .. ekonomideki tezimiz özellikle düşük faizdir ve bir de faiz-enflasyon ilişkisini ben devamlı ‘faiz sebep, enflasyon neticedir’ diye işlemişimdir. .. faiz sebeptir, netice değildir; enflasyon neticedir” (29 Kasım 2021, foreks.com)
Bu Nobellik tezi(!) kanıtlamak için yaptığı her “faiz indirimi”(?), toplumda züccaciye dükkânında dolanan fil tahribatı yarattı.
Merkez Bankası deneyimi olan bir iktisatçı bu tahribatı şöyle özetler: “Türkiye, .. bilerek istenerek yürürlüğe sokulan ‘faizi düşürerek enflasyonu düşürme’ deneyinin, kendi yurttaşları için sancılı bir yoksullaştırma sürecine, başkaları için de ‘ilginç bir deney’ tanıklığına sahne oluyor” (Uğur Gürses, 4 Nisan 2022, t24.com.tr)
Gerçi Erdoğan’ın iddiası, “faiz düşerse enflasyon düşer”i kanıtlamaktı. Ama kısmeti “faiz düşerse enflasyon yükselir”i kanıtlamak oldu.
Sonuçta bu da bir çeşit “faiz sebep enflasyon netice” kanıtı. Onun için Erdoğan Nobel’i hak ediyor(!)
Ama “kendi yurttaşları için sancılı bir yoksullaştırma” sonucundan dolayı millete hesap vermesi gerekmez mi?
* * *
TÜİK’in enflasyonu olduğundan düşük ilan ederek milyonlarca işçinin, memurun, emeklinin ekmeğiyle oynaması da iktidardan hesap sorulmasını gerektiren bir mevzu.
Şu var ki, iktidarın bu iki vukuatı “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” eylemi sayılmayabilir.
Çünkü iktidarın her “faizi düşürme” sinyalinde dövizin ne olacağını ve hayatına nasıl bir etki yapacağını halk zaten biliyordu, çaresizlik içinde katlanıyordu,
TÜİK’in her yanıltıcı hesabında da aldanma diye bir durum yoktu; çarşı pazarda ne olduğunu zaten yaşayarak biliyordu herkes.
Evet, çıkaracağı dezenformasyon yasasının “29’uncu maddesinden” iktidarı mahkum ettirmek çok isabetli bir ironi olurdu.
Fakat bu iktidarı, halkın asıl tek demokratik yargı mercii olan sandıkta iktidardan mahkum etmek en iyisi, en etkilisi olacak.
Nefis anlatımı ve çarpıcı örnekleri ile x3 yıl olarak hesaplasak 30 yıl yapar. Benzer başka yanıltıcı bilgileri de eklesek müebbet kadar gider..:)) Yüreğinize, Kaleminize sağlık
Harika bir yazı..Kaleminize yüreğimize sağlık..