Bugünlerde Suriye ile ilgili çeşitli “bir gece ansızın” öyküleri ve U-dönüşleri gündemde.
İktidarın Suriye sahasında Rusya ile ilişkilerde yaşattığı tecrübelere bakınca bazı potansiyel risklerden kaygı duymadan edemiyoruz.
* * * *
Günümüzde artık eski gazete arşivlerini tarama zahmeti yok. İlgili birkaç kelimeyi yazdın mı internet anında önüne koyuyor.
Nitekim, medya Erdoğan’ın 6 yıl önceki bir sözünü anında önümüze serdi ve son Ukrayna gezisinden dönerken söylediği ile arasındaki zıtlığa, bir U dönüşü yorumuyla dikkat çekti.
2016’da “Özgür Suriye Ordusu”(ÖSO) ile Suriye’ye giriş nedenini, “zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil” söylemiyle ifade etmiş. (29 Kasım 2016, bbc.com)
Rusya cenahından hemen uyarı geliyor; ertesi gün Dışişleri Bakan Yardımcısı Bogdanov, “savaş” sözcüğünü bile sakınmadan “Eğer Erdoğan savaş istiyorsa, elbette bu durum söz konusu anlaşmalarla çelişir” uyarısını yapmış. (30 Kasım 2016, tr.sputniknews.com)
Erdoğan bir fren yapıp, direksiyonu biraz kırar ve hedefinin “herhangi bir ülke, kişi ..” olmadığını söyler. (1 Aralık 2016, hurriyet.com.tr) Bu “herhangi bir kişi” elbet iki gün önce “zalim Esed” diye andığı kişi idi. Yani U-dönüşü yeni değil, 6 yıl önce de olmuş.
Rusya tarafı “ha şöyle!” kabilinden tatmin olmuş gibi susunca, bu, daha sonrakine nispetle ucuz atlatılmış bir U-dönüşü oldu. Dijital arşiv çok trajik bir “daha sonraki” bilgisi taşıyor.
* * * *
Direksiyondaki “bu kardeşiniz”, frene basması gereken yerde duygusal tepkilerle coşup, bunu yapamadığı zaman U-dönüşleri de çok ağır maliyetli “kaza” oluyor maalesef.
2019 yazında Suriye ordusu (elbette Rusya’nın etkin desteğiyle) güneyden kuzeye uzanan M5 kara yolunu ÖSO-HTŞ gibi gruplardan temizleme harekâtına başladı.
TSK’nin de müdahil olduğu bu süreci bizim kendi sınır güvenliğimiz çerçevesinde anlamlandırmak zor.
2020 Ocak ayından itibaren, sadece ÖSO ve diğer cihatçı unsurlar değil TSK de Suriye ordusunun hedefi haline geldi.
2020 Şubat başında “Suriye ordusunun Türk askeri konvoyuna saldırısında yedi asker ve biri sivil Türk vatandaşı hayatını kaybetti”, “Yoğun topçu atışı neticesinde 4 kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, biri ağır 9 silah arkadaşımız yaralanmıştır..” şeklindeki acı şehit haberleri gelmeye başladı.
İş Suriye (Esad) ordusu ile TSK arasında olsa, TSK elbet ezici üstünlüğe sahip. Nitekim Suriye ordusu, büyük bir insan ve savaş aracı kaybına uğratıldı.
Ama muharebede asıl örtülü unsurun Rusya olduğu besbelli iken, direksiyonda nasıl bir stratejik akıl vardı ki bunun etkisinin olmayabileceğine inandırabildi kendini?
Oysa Rusya cenahından gelen her sözlü veya fiziki mesaj, Bogdanov’un, yukarıda anılan “Eğer Erdoğan savaş istiyorsa ..” restine işaret ediyordu.
Nitekim, İdlib’de, M5-M4 karayollarının kesiştiği bölgeye ısrarla yükleneyim derken o ana kadarki en büyük trajedimiz koptu: 27 Şubat’ta oradaki birliklerimize yapılan Suriye-Rus saldırısında 34 Mehmetçiğimiz şehit oldu.
Bir emekli büyükelçimizin ifadesiyle, “İdlib’de (2020) şubat ayında 60’a yakın şehit verdik. Bu şehitler muharebe anı kayıplarımız değil. Hava desteğinden yoksun, pasif hedefler olarak öldüler. ..” (6 Mart 2020, gazeteduvar.com.tr)
Direksiyon hakimiyetini yitirip doğru zamanda doğru U-dönüşü yapamayınca bedeli onlarca Mehmetçiğimizin şehadeti oldu.
Bununla da kalmadı. “Dünya lideri” apar topar gittiği Moskova’da, hem kendini hem ülkemizi Rusya tarafından arsızca küçük düşüren 5 Mart 2020 Moskova zirvesini yaşattı bize.
Moskova’da Putin’le görüşme yapılacak salonun kapısındaki 1 dakikalık (“one minute”lük) aşağılayıcı bekleme süreci hafızalarda hâlâ: Rusya televizyonu, Türk heyetinin toplantı salonunun kapısındaki tedirgin bekleyişini, ekranda bir “bekleme süresi” kronometresiyle izletti. Sahadaki güç gösterisinin son derece kaba, aşağılayıcı psikolojik devamıydı bu.
Bu Moskova zirvesinin çıktısı, 27 Şubat’a kadar sahada ne olduysa onun kabulü oldu (Serakip dahil, M5 karayolunun ve doğusunun Suriye hükümetine ait olduğunun yani).
Oysa Ocak-Şubat 2020 sürecinde ÖSO ile yürütülen harekâttan bunun tam tersi umuluyordu.
Yani bize, çok yüksek maliyetli, fakat kazancı sıfır ve aşağılayıcı bir U-dönüşü yaşatıldı.
* * * *
Bugün yine Erdoğan ve onun dışişlerinin bir U-dönüşü daha konuşuluyor.
5 Ağustos’ta Soçi’de Erdoğan Putin arasındaki baş başa görüşmede dört saatte ne konuşuldu, nasıl bir tarzda konuşuldu bilemeyiz. Ama akabinde Suriye ile ilişkilerde bir dönüşüm ihtimali -biraz zayıf bir tonda olsa da- konuşulmaya başlandı.
Soçi’den altı gün sonraki bir olayın akabinde bu dönüşüm daha yüksek sesle konuşulur oldu.
Olay neydi?
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu 13. Büyükelçiler Konferansında dedi ki “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lâzım” (11 Ağustos 2022, aa.com.tr)
Sen misin ÖSO’cuları “Suriye’deki rejim” ile “anlaştırmak”tan söz eden!
Hemen akşamında, Kuzeybatı Suriye’nin TSK kontrolündeki bölgelerinde, ÖSO bayrakları taşıyan kişiler sokaklara döküldü, işi Türk bayrağı yakmaya kadar vardıranlar oldu..
Suriyeli, Rus, ABD’li, İngiliz, Fransız vb. pasaportları önemli değil, sahadaki kışkırtıcı ajanlık faaliyeti, Çavuşoğlu’nun sözünden, ÖSO’cularda Türkiye’nin onları Esad’a bırakabileceği korkusunu kışkırtabilmiş olmalı ki, bizlerin vergileriyle finanse edilen ÖSO’nun TSK’ne silah çekme ihtimalini de Türkiye’ye karşı bir tehdit mesajına dönüştürmüş oldu.
Pek de önemli değilmiş havasına girse de yandaş medyada ve AKP katlarında da iz yaptı:
Meselâ bir yandaş yazar, “.. hazırlanan kaos stratejisi gereği Türk bayrağı yakma görüntülerinin servis edilmesi .. Türkiye ile Suriye Milli Ordusu’nun (yani ÖSO’nun) arasını açarak Kuzey Suriye’ye yönelik askeri harekatı dezenformatik hamlelerle önleme..” girişimlerine (B. Orakoğlu, 17 Ağustos 2022, yenisafak.com) işaret eder. AKP’nin bir MKYK üyesi de, “.. Suriye’nin içinde de bu denklemi bozmak isteyen sızıntı unsurlar .. süreci sabote etmek için ciddi provakatif eylemler” üzerine dikkat çekmek ihtiyacı duyar. (M. Külünk, 16 Ağustos 2022, tr.sputniknews.com)
Soçi’den on, İdlib-Azez provokasyonundan beş gün sonra iktidarda bir U-dönüşü ampulü yandı ki sormayın:
Küçük ortak, “Dışişleri Bakanımızın Suriyeli muhaliflerle Esad rejimi arasında barışın tesis edilmesi hususundaki yapıcı ve gerçekçi sözleri”ne destek açıkladı. Külünk, “bu bir büyük adım. Türkiye ve Suriye ilişkileri temenni ederiz ki 2011 Haziran’ından öncesine dönsün ..” diyecek noktaya geldi.
Erdoğan da, “zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek”ten “Bizim Esed’i yenmek-yenmemek gibi bir derdimiz yok ki”ye, “Suriye ile daha ileri seviyede adımları temin etmemiz gerekiyor”a sıçradı (Erdoğan, Ukrayna dönüşü uçakta-19 Ağustos 2022, aa.com.tr)
* * * *
Fakat Erdoğan’ın ruh hali pek inişli çıkışlı. Malazgirt Zaferinin yıl dönümünde: “.. Kendileri diledikleri zaman, diledikleri yere harekât düzenleyip bize ‘Sakın ha!’ diyerek parmak sallayanların riyakârlıklarının farkındayız, bu samimiyetsiz ifadeleri asla dikkate almıyoruz. Ülkemizin güvenlik önceliklerine göre, kendi planlamamıza göre bu operasyonlarımızı sürdüreceğiz. Hep söylediğimiz gibi bir gece ansızın gelebiliriz hem de her yere gelebiliriz” diye bir kez daha meydan okudu. (25 Ağustos 2022, tccb.gov.tr)
Peki, ABD ve AB merkez bankalarının bastığı paralara had safhada muhtaç bir ekonomi ve Mayıs’tan beri ‘ha gittim ha gideceğim’ söylemlerine ne Rusya’nın ne ABD’nin sarı ışık bile yakmadığı Suriye koşullarında, şimdi ne olacak?
TBMM’indeki partilerle ulusal bir istişare ve ortak karar ile “Suriye ile daha ileri seviyede adımlar..” atarak sınır güvenliğimizi Suriye hükümeti ile birlikte sağlama arayışı mı gerçekten direksiyona hakim, aklıselim bir liderliktir?
Yoksa ülkemize bir 27 Şubat (2020) daha yaşatma riski yüksek bir gözü karalıkla “bir gece ansızın” bodoslama yürümek mi?
Erdoğan söz konusu olunca ikincisi olmaz diyemiyor insan.