(Artık Tamam)
Cumhurbaşkanı adayımızın seçim meydanlarına taşıdığı ince mizah duygusu ve ülkenin her alandaki derin sorunlarına yaklaşımı, muhalefette umudu ve özgüveni yükseltirken, Erdoğan cephesinde telaş ve öfke çıtasını yükseltmiş görünüyor.
Evlerde buzdolabı olmasını yüksek refah ölçüsü sayması,
doğumundan en az beş yıl önceki tek parti döneminde okuduğunu hayal ettiği “75 kişilik sınıfları” (!) gerçekmiş gibi anlatması,
1983’te Turgut Özal-Necdet Calp arasında geçen “köprü” tartışmasını, gerçekte olanın tam tersi bir biçime sokarak “anlatması”, hafıza kodlarının telaş ve endişeyle sarsılmış olmasının bir tezahürü olabilir.
Fakat, kendisine sıkletinin çok üzerinde bir “tek adamlık” vasfı atfedilen Erdoğan’ın hafıza kodlarının bu derece sarsılmasını sadece İnce’nin etkisine indirgemek pek doğru sayılmaz.
Seçmeninin gözünde, emperyalizme ha bire “Osmanlı tokadı” atmakla bilinen birinin ezberini bozmakta, emperyalizmin son “döviz-faiz” tokadının etkisi göz ardı edilebilir mi?
Çarklarının dönmesi dış finansmana muhtaç bir ekonomik yapı üzerinde oturuyor ve bir ödeme krizine doğru gidiyorsanız, kof efelenmelerin faydası yok.
Kendi ülkende bunu alkışlayan çok çıkabilir; bu haz verebilir.
Ama Londra’daki portföy yatırımcısından, alkış yerine soğuk sorular ve sevimsiz tepkilerle karşılaşılıyor. Bu da ızdırap verebilir.
* * * *
1954’te ödeme darboğazı ile başlayan ve 1958’de IMF’nin devalüasyon ve borç yapılandırma koşullarını kabule uzanan süreçte Menderes hükümetinin yaşadıkları, Erdoğan’ın Mayıs ortasındaki Londra gezisinden bugünlere kadarki sürecin dört yıla yayılmış yavaş çekimi gibi.
Menderes, 1954’te, “iktisadi yardımların arttırılması” talebiyle ABD’ye gider.
ABD, bunun için önce TL’nin devalüasyonunu (dolar karşısında değerini düşürmeyi) şart koşar. Ama başbakan, devalüasyon sözünü duymak bile istemez; öfkelidir. Restler çekilir.
Sonuç?
Menderes’in istemediği olur.
1958’de, IMF’nin (ABD’nin) istediği gibi devalüasyon yapılır. 1959’da da Cumhuriyet tarihinin ilk borç yapılandırmasına (konsolidasyona) gidilir.
Sabit gelirli yurttaşın kemerleri sıkılır.
Erdoğan’ın Mayıs ortasındaki Londra gezisinin amacı da, yabancıları, Türkiye’ye dolar yatırımını arttırmaya ikna etmek.
Onların koşulu, paralarına ödenecek faizin istedikleri ölçüde yükseltilmesi.
Erdoğan, buna karşı olduğunu, faize karar verecek olan Merkez Bankası’nın da kendisine uyması gerektiğini açıkça beyan eder onlara.
Sonuç?
Erdoğan’ın istemedikleri olur.
Erdoğan’ın o konuşması sırasında 4,30 TL civarında olan dolar, bir haftada 4,85 TL’ye sıçrayınca, MB’sı alelacele okkalı bir faiz artışı (3 puan) yapmak zorunda kalır.
Bir başka deyişle, vatandaşın sofrasından biraz daha eksilirken, iktisadi işletmelerin finansmana erişimi biraz daha pahalı hale gelir.
Erdoğan’ın gafından sonra, bunu düzeltmek, “yatırımcıya” güven vermek için bir Londra seferine çıkan Şimşek ve Çetinkaya orada ne konuştuysa konuştu; MB, daha geçen hafta yüksekçe bir faiz (1,25 puan) artışı daha yapmak zorunda kaldı.
Ama şu mübarek bayram günlerinde dolar yine 4,70’lerin üzerinde.
Ve şu anda biz dünyada en yüksek faiz ödeyen dördüncü ülkeyiz.
Öyle görünüyor ki, artık, dolar-TL-faiz politikalarında kontrol, hükümetten ziyade “ alacaklılarımızın elinde.
Nitekim, Fich Ratings, “Faiz artışı bizim senaryomuz paralelinde oldu ..” diyebiliyor rahatça. (11 Haziran 2018, cumhuriyet.com.tr)
* * * *
1954-59 Menderes, 1979-80 Ecevit-Demirel, 2001 Ecevit-Yılmaz-Bahçeli günlerinin krizi gibi bir durum görünüyor sanki.
28 Nisan tarihli “Neden bu aciliyet?” başlıklı yazımda aktardığım gibi, IMF (Londra’da Erdoğan’ı ve Şimşek’i dinleyen “yatırımcı”dan, bize yaptırımlar için kafa yoran ABD Hazine Bakanı’na kadar bir çok alacaklıyı temsilen) bize bir “konsolidasyon” teklifi uzatıyor..
MB eski başkanı ve İYİ parti milletvekili adayı Durmuş Yılmaz da bu tehlikeye dikkat çekiyor: “Şu anda da Türkiye, IMF’nin kapısına birkaç adım mesafededir. Acilen önlem alınması gerekiyor ..” (11 Haziran 2018, sozcu.com.tr)
Bu tehlikeye karşı acil önlemleri, bunu yaratan iktidardan beklemek akıl kârı mı?
16 yıllık iktidarında yaptıklarıyla ekonomimizi, dış borç almak için yüksek faize mecbur hale getiren ve gelecek yılların gelirini bile haciz altına sokanlar iktidarı kaybetmeli ki, ülkeyi IMF uçurumunun kıyısından döndürebilme şansı doğsun.
Yeter, artık TAMAM diyeceğiz ki,
Siyaset dünyamızı, kutuplaştırıcı, kindar husumet dilinden kurtarma; saygıyı hakim kılma şansına;
Yargı sistemimiz siyasi iktidarlardan bağımsız adalet dağıtabilme şansına;
Eğitimimiz, ekonomik sistemin taleplerinden kopuk, kapanın elinde kalan bir yap boz oyuncağı olmaktan kurtulma şansına;
Ekonomik sistemimiz, dünya piyasalarından ciddi pay alan, rekabet gücü yüksek bir üretici güce ulaşma şansına ulaşabilelim.