TSK, Suriye’nin -Hatay sınırımızın dibindeki- İdlib Bölgesinde 8 Ekim’de “keşif faaliyetlerine” başladığını duyurdu.
Sputnik’in aktardığına göre, Astana anlaşması: “İdlib’deki gerilimi azaltma bölgesinde muhaliflerin kontrolündeki alanlar Türkiye,
hükümet güçlerinin kontrolündeki alanlar da Rusya ve İran tarafından kontrol edilecek” diyor.
Dileğim, Mehmetçiğin, Astana’da mutabık kalınan görevini, burnu kanamadan, başarıyla tamamlaması.
Ama belli ki en dikenli alanda (“muhaliflerin kontrolündeki alanlar”) TSK var.
Bize dönük provokasyon tuzaklarıyla dolu bir saha.
* * * *
NATO’da “müttefik” denen ABD’nin, hiçbir ülkenin bağımsızlığına saygısı olmadığı açık. Kendi planlarından bağımsız tercih gösteren her ülkenin burnunu sürtmek histerisi içinde kıvranan hastalıklı bir “devlet aklı” ile karşı karşıyayız.
Hatta bize karşı son “vize” engeli bile bu burun sürtme histerisinin tezahürü olabilir.
Geçen Aralık’ta, El Bab’da bir gecede 14 şehit vermemizde, ABD ve “koalisyon güçleri”nin yapması gerekeni yapmamasının rolü unutulabilir mi?
Tam o gece, Rakka operasyonunu gevşetip, IŞİD militanlarının Rakka’dan El Bab’a takviye yollarını, hava harekatı yapmayarak açık tutması tesadüf müydü?
Peki, tam da İdlib operasyonuna başladığımız şu günlerde, İdlib’deki teröristlerin en güçlüsü olan Nusra Cephesi’nin veya yeni adıyla Hayat Tahrir el Şam’ın (HTŞ) müttefiki Ceyşül Nasır isimli terörist gruba ABD’nin yeniden destek vermeye başladığı yolundaki haberler de tesadüf sayılıp geçilebilir mi?
* * * *
Peki Putin ve Erdoğan arasında sıcak mesajların teati edildiği bu günlerde, Rusya ile teşrikimesaimiz sahici bir güven esasına mı dayanıyor?
Rusya’nın gözünde, sadece IŞİD ve El Nusra (şimdi HTŞ) değil, Suriye’nin BM nezdindeki meşru devlet yönetimine karşı silah çeken tüm örgütler terörist.
Türk hükümeti ise, Ahrar el Şam, Sultan Murat Tugayı vb. gibi bir çok örgütü terörist değil “ılımlı muhalif” sayıyor (burada ABD ile aynı tarafta).
Rusya ne diyor peki?
Mealen, “madem öyle görüyorsunuz, üzerlerinde etkinizi kullanarak onların, IŞİD ve HTŞ’den ayrılmasını, Esad ile değil bunlarla savaşmasını, Cenevre- Astana platformlarında hükümetle müzakere sürecine katılmalarını sağlayın ki ben de onları vurmayayım” diyor.
Ve, aksi halde onları da imha etme kararlılığını saklamıyor.
* * * *
Doğruya doğru; Rusya’nın sadece askeri-teknolojik başarısını değil, diplomasi ve istihbarat becerilerini de takdir etmek lazım.
Geçen yıl, Fırat Kalkanı Harekatıyla PYD-PKK terör koridorunu kesmemize göz yumma karşılığında, Ankara’dan bir şey istediler.
Erdoğan’ın kendi ifadesiyle: “.. Putin ile Halep’i konuştuk .. El Nusra’nın orayı terk etmesi konusunda .. ricası oldu. .. Üzerimize düşeni yapacağız”..
Yaptı da.
Vaktiyle Esad’ı devirmek üzere kurulmuş örgütler Halep’i Esad’a terk etti.
Peki nereye gittiler?
Halep’i kurtarmaktan sonraki ikinci taktik ustalık da burada: Aileleriyle birlikte on binlerce “ılımlı muhalif”, Türkiye sınırındaki İdlib’e yollandı.
Bunu, Şam kırsalı, Hama, Humus, Dera’da sağlanan anlaşmalar izledi.
Hepsinde de, tahliye edilen “ılımlılar”ın son durağı İdlib idi.
* * * *
Düşünün ki, irili ufaklı tüm sokak kedileri bir çuvala doldurulmuş.
İşte İdlib (Türkiye’nin sınır komşusu İdlib) böyle bir çuvala dönmüş durumda.
“Kediler” çuvalda nasıl birbirini tırmalar, ölümüne kafa göz parçalarsa, İdlib’e sıkışmış “ılımlı”-radikal tüm örgütler de birbirini tırmalamaya, öldürmeye başladı.
Türkiye ve Katar’ın desteklediği “ılımlı” Ahrar el Şam, CIA “ılımlı”sı Nurettin Zengi Tugayları, Nusra-HTŞ ve diğerleri, hepsi birbirine girdi.
Mesela geçen yaz, HTŞ’nin, Ahrar el Şam ve müttefiklerinin kafasını gözünü yarıp, İdlib’in güneyine kovalaması, bunun bir göstergesi.
Türk keşif gücü, birkaç gün önce İdlib’e adım atarken, HTŞ, Türkiye’nin “ılımlıları” Ahrar el Şam ve Feylak el Şam ile yine çatışmaya giriyordu.
Bunların HTŞ’yi yenip İdlib’de çatışmasızlığı sağlayacak güce sahip olmadıkları göz önüne alınırsa, ortamın bizim açımızdan ciddi risk potansiyeli taşıdığı söylenebilir.
* * * *
İnşallah İdlib çuvalındaki “ılımlı muhalifler” HTŞ ve IŞİD’i yenebilir de savaş sınırımızdan uzak kalır.
İnşallah, örneğin ABD, Ceyşül Nasır vb. gibi terörist kuklalarına Türkiye, Rusya, İran gözlem güçlerinin gizli konumlarına dair uydu-dron istihbaratı sızdırmak gibi provokasyonlar yapmaz da, Astana grubunun mücadelesi çığırından çıkmaz, iş bir cephe savaşına dönüşmez ve kontrolsüz bir göç dalgası ile karşı karşıya kalınmaz.
Ve İdlib çuvalının bir Afrin boyutu var. Afrin, İdlib’in kuzeyden komşusu.
İdlib’te Rusya ve İran ile işbirliği karşılığında, PYD-PKK terör yapılanması kontrolündeki Afrin’e Ankara’nın müdahil olabilme arayışı da dillendiriliyor.
Peki mevcut uluslararası ilişkilerimiz çerçevesinde, bu yönde manevra şansı ne?
Bu dış politika çerçevesinin mimarı Erdoğan söylesin: “Astana kararlarını İdlib’de uygulamaya soktuk. Yeni bir Kobani yaşamak istemiyoruz. YPG ile oluşturulacak terör koridorunu bozmak zorundayız. .. Bugün biz buna sessiz kalırsak, ki geciktik, o zaman bu yapılanma orada ne yapacak .. Güney sınırımızdaki illerimiz terör tehdidi altındadır”
Yanlış mı?
Oluşmasında, “Şam’da namaz kılma” türünden saplantılarının katkısı bir yana, bu saatten sonra bile, elbette o “terör koridorunu bozmak” gerekiyor; doğru.
Doğru da, “ki geciktik” ne anlama geliyor?
Yeterince “.. geciktik”, artık “bir gece ansızın..” mı demek?
Böyleyse, Rusya ve ABD’nin “Afrin sahasına” inmeleri halinde, bu bir felakete döner.
Ya da, “.. geciktik”, artık yapacak bir şey kalmadı mı demek?
Böyleyse, yanlış.
Zira Rusya, İran ve hatta Esad’la, Suriye konusunda anlaşmak da hala seçenekler arasındadır.
Ve böyle bir dönüş yapmak kimseyi küçültmez..
Sadece ülkemizin güvenlik ve istikrarına yönelik riskleri küçültür.