Bu yazı, Korona gölgesinde gündemimizden uzaklaşmış gibi görünen iki yakın tehdide dair.
Birincisi İdlib..
Erdoğan ve saray erkânının, sahadaki “Rusçayı” anlayamaması bize çok pahalıya patladı.
“Rejime ve onu cesaretlendirenlere İdlib’i bırakmayacağız. .. bir gece ansızın gelebiliriz .. ne pahasına olursa olsun ..” diye meydan okumanın akabinde üç Mehmetçik şehit edildi. (19 Şubat 2020, gazeteduvar.com.tr)
“Rejime .. İdlib’i bırakmayacağız” demek başka, “.. onu cesaretlendirenlere İdlib’i bırakmayacağız” demek başkaydı. İkincinin “rejime” meydan okumaktan çok daha fazlasını gerektirdiğini idrak edememek çok pahalıya patladı bize: Esad’ı “.. cesaretlendiren..” Rusya’nın, otuzüç askerimizi birden soğukkanlı bir hoyratlıkla şehit etmesi noktasına gelmek gerekmiyordu. Ama oldu.
Ancak bu felâket sonrasıdır ki saray erkânı 5 Mart’ta apar topar Moskova yolunu tuttu. Daha önce ultimatom tarzındaki (“rejimin” M5 karayolunun doğusuna, 2018’deki sınırlara çekilmesi) talebini “unutmak”la kalmadı; resmen tanımak istemediği Esat idaresini (yani“rejim”i) tam resmi adıyla, “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak tescil eden mutabakat metnini de imzaladı..
Medya önünde metnin Türkçesini okuyan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da, ihtimal hiç istemese de, “Suriye Arap Cumhuriyeti” tanımını seslendirmek zorunda kaldı.
Böyle bir noktaya gelmek zorunda mıydı Türkiye? Hiç sanmıyorum.
Bizim eskiler, “büyük lâf etme ki yarın yüzün yere düşmesin” diye nasihat ederdi.
Saray erkânının Moskova’da düştüğü durum tam da buydu. Ciddi bir iç gerilim sebebi..
Rus askeri diplomasisi de bunu üst perdeden hissettirmek için elinden geleni esirgemiyor.
İdlib M4 karayolunda Nusra-HTŞ tehdidini bertaraf edemeyince bakın nasıl hatırlatıyor: “Rusya’nın .. Tarafları Uzlaştırma Merkezi’nden yapılan açıklamada, ‘Türk tarafı, .. M4 karayolunda .. konvoyların ilerleyişini engelleyen radikal grupları etkisiz hale getirmeye yönelik faaliyetleri en kısa sürede gerçekleştirmeyi taahhüt etti’ .. Merkez, söz konusu grupların etkisiz hale getirilmesi için .. Türkiye’ye süre verildiğini ekledi” (23 Mart 2020, tr.sputniknews.com)
Basına kapalı görüşmelerde Rusya’nın konuşma şekli nasıldı bilinmez. Ama basına açıkken bile üst perdeden “gözüm üzerinizde” tarzının hoyratlığı besbelli.
“Türkiye’ye .. verildiği..” söylenen süre bilinmez, ama M4’teki HTŞ engeli hâlâ kalkmış değil.
Rusya, ABD, Suriye gizli servislerinin her türlü provokasyonuna açık bölgede Türkiye gibi Suriye-Rusya koalisyonu da yığınak yapmayı sürdürüyor.
Emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu’nun tanımıyla “İdlib patlamaya hazır bir el bombası” gibi, çok yakın bir tehlike olarak önümüzde duruyor. (24 Nisan 2020, sozcu.com.tr)
* * *
İkincisi, ama önem bakımından asla ikincil olmayan konu; ekonomideki çıkmaz
Ekonomimiz zaten yatırım ve aramalları girdilerinde ithalata bağımlıydı ve bu girdileri üreten ileri sanayi ülkeleri bunları bize TL ile satmayacaklarına göre, yabancı paralara bağımlıydı.
AKP ise, bu girdileri üretecek bir ekonomi alt yapısı kurmak yerine, irrasyonel “mega” projelerle ilerleyen bir rant ekonomisi ile dövize en verimsiz biçimlerle bağımlılığı iyice azdırdı.
Döviz Türkiye’ye bolca girerken, el parasıyla “kalkınma” cakası iyiydi(!) Kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomik kapasite yaratma zorluğundansa, gösteriş daha kolaydı..
Öyle ki, ekonomik yapıyı bir bina gibi düşünürsek, AKP, bu binanın zemininde gösterişli bir “şov rum” yapmak için, binanın bazı taşıyıcı kolonlarını kesen oto galericisi gibiydi adeta. Binanın sağlamlığı değil, galerinin “parmakla gösterilesi” ışıltısı daha önemliydi. (2017’de Erdoğan’ın “.. parmakla gösterilen bir büyüme performansı..”, 2018’de damat bakan Albayrak’ın “.. bütün dünyanın parmakla gösterdiği ülke olmaya doğru hızla ilerliyoruz”u)
Zaten bir ödemeler dengesi krizine doğru gidiyorduk da, korona salgını, bazı taşıyıcı kolonlarını da kaybetmiş olan ekonomi binasına çöken çığ gibi, yük üstüne yük bindirdi.
Yönetimin sınıfsal reflekslerine bakınca hazineden “geçiş garantili”, “hasta-yatak garantili” şirketler bu ekonomi binasının “yangında ilk kurtarılacakları” oluyor.
Korona yüzünden kahvehaneden okul kantinlerine kadar işyeri geçici olarak kapanan milyonlarca insanımız belli ki aynı sırada değil.
Öncekilere “garantili” ödeme sürerken, sonrakilere bütçe yetersiz(!)
O milyonlarca yurttaşın evinde tencere kaynamaz oldu.
Bu da yönetim için hayli gerginlik yaratıcı.. Çünkü; öncekiler saray erkanının ne kadar kıymetlisi olsa da oy sayıları o kadar kayda değer değil.
Sonrakiler ise saray için ne kadar ikinci derecede olsa da, milyonlarca vatandaşın oy sayısı birinci derecede kıymetli.
Gel de içine düştüğü bu yaman çelişkide gerim gerim gerilme..
* * *
Ekonomideki durgunluğa, ithalatta düşüşe rağmen, dış ticaret açığı yükseldi.
Bir yıl içinde 170 milyar dolar borç ödenmesi gerekiyor, ama rezervler tamtakır.
Yabancı sermayeye veya sıcak paraya acil ihtiyaç var, ama gelmiyor. Tam tersine, bu yılın ilk üç ayında terk etmeye başlamış (6,4 milyar dolar çıkışı-9 Nisan 2020, finance.yahoo.com).
Damat bakanın “.. bütün dünyanın parmakla göstermesi” ile övündüğü günlerde 4,9 TL civarında olan dolar, bugünlerde 7 TL’nin üzerine çıkıyor. Rezerv suyunu çekince, kan ter içinde doları frenleme çabası kamu bankalarının omuzuna (tabii yüksek maliyeti zamlarla bize yüklenecek olan borçla) yükleniyor. Yetmiyor özel bankalar da bu yönde zorlanıyor.
Amerikan merkez bankasıyla TL-Dolar takas yolu aransa da ABD bankası oralı görünmüyor.
IMF’yi ima yollu dillendirenler var, ama bunda da Erdoğan pek oralı değilmiş gibi görünüyor. “Fakir ama gururlu” psikolojisi mi, yoksa IMF kredi koşullarının AKP tarzı bütçe dışı keyfiliği imkânsız kılacağı için mi bilemeyiz..
Hasılı yönetim fena halde stres altında.
Yaklaşan ödemeler krizi de, Korona tedbirlerinin baskısı altında, Naim Babüroğlu’nun İdlib’e ilişkin benzetmesinden ilhamla, yönetimin kucağında adeta patlamaya hazır bir el bombası gibi..
* * *
Geçen 10-11 Nisan’da skandal sokağa çıkma yasağını takibeden istifa-istifanın reddi, istifa eden bakanın aynı partiye mensup taraftarları ile karşıtlarının sosyal medyaya ve hatta caddelere yansıyan tartışmaları, o tehditlerin ve gerilimlerin sıkıştırdığı ego balonunun hava kaçırmaya başlayışı gibiydi adeta.
Öyle ya, yolda giderken, bir evin camından dışarıya vazo-çanak-çömlek fırladığını görseniz, ne düşünürdünüz?
Belli ki “aile içinde” çetin kavgalar var...
İster iktidarda olsun ister muhalefette, ülkemin bir siyasi partisindeki kamplaşma ve kavgalarda, siyaset dünyamızı kirleten, kötürümleştiren kişisel ikbal beklentilerinin, çıkar-güç çekişmelerinin rolü elbette büyük.
Ama bir iktidar partisinin kendi hataları yüzünden içine düştüğü ağır çıkmazların ve bunlar üzerinde kontrolünü yitirmeye başlamasının yarattığı stresin rolü de azımsanmamalı..
En iyisi, o istifa-istifanın reddi sürecinin AKP taraftarı bir yazara düşündürttükleriyle bitireyim yazıyı. Abdurrahman Dilipak özetle şöyle diyor: “.. Görünen o ki, bu saatten sonra AK Partide sular kolay kolay durulmayacak. .. Bu iş resmi düzeyde ‘aile içi bir sır’ olarak kalacak, ama bu sonuç parti içindeki dengeler ve hesaplar açısından bir milat olarak, geri dönüşü mümkün olmayan yeni bir örtülü hesaplaşma sürecini beraberinde getirecek. Bu düğümü artık ‘Siyasetin efendisi’ sandıkla çözecek. .. ‘Kol kırılır yen içinde kalırsa’ o kol ya kangren olur ya da .. çolak kalır! Bugün, düne göre daha kırılgan bir Türkiye var. Görünen o ki, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve bu durum uzun süre böyle devam edemez ..” (14 Nisan 2020, yeniakit.com.tr)
* * *
Evet! Yeter ki muhalefet ve “Siyasetin efendisi” doğru strateji ve kararlarla sandıkla çözebilsin..
Faiz cenneti olan ülkeye giren parayı kendi parası gibi tüketim ekonomisinin duvara tosladığını yaşıyoruz.finans sistemine giren sıcak parayla devleti borçlandıran aynı zamanda vatandaşlarıda borç batağına sürükleyen bu sistem siyasal olarak borçlanan kesimi iktidara bağımlı hale getirdi. İmf konusuna gelşnce koşolu kredilerin akp iktidarının tercihten çok mahkum olduğu bir döneme giriyoruz..