Pentagon bağlantılı ABD düşünce kuruluşu(!) RAND raporu bizim ayarlarla oynadı biraz.
Raporda, Gazete Duvar’dan C. Çamlıbel’in tercümesiyle “.. Türkiye’de .. bir muhalefet lideri ya da koalisyonunun ortaya çıkması durumunda Erdoğan ve AKP 2023’te iktidardan sökülüp atılabilir ..”(21 Ocak 2020) mealinde kışkırtıcı ifadeler yer alıyordu.
Eski büyükelçi ve CHP milletvekili F. Loğoğlu, buna, “.. Türk siyaseti, iktidarıyla ve muhalefetiyle sadece Türkiye’yi ilgilendirir. .. Bu çizgiyi aşmak demektir ve kabul edilemez” (24 Ocak 2020, tr.sputniknews.com) diye yanıt verirken iktidar kanadı, böyle sağduyulu bir yaklaşım yerine, Türkiye’nin muhalefetinde “darbecilik” imaları kovalamayı yeğledi.
Oysa eleştirilecek bir yer varsa o ABD’den veya RAND’tan başkası olamazdı.
27 Mayıs günlerinde bu paranoik yaklaşım zirve yaptı. Öyle ki, günümüzden 50 yıl öncesine dair görüşlerden bile nem kapma noktasına geldi. 1960 darbesi ve Menderes’e dair ifadeler bile RTÜK tarafından cezalandırılır oldu.
Oysa, geçmişe, günün siyasi husumetlerine gerekçe arama telaşıyla değil de kendi nesnelliği ile yaklaşılabilse, bugünümüzü anlamaya, yarınımızı plânlamaya daha yararlı olabilir.
Mesela, Atatürk döneminin sanayileşme hamlelerini feda edip, Marshal “yardımına” elimizi kaptırdığımız günden itibaren, ekonomik politikalar açısından, Menderes döneminin, öncesindeki 1946’dan; sonrasındaki 27 Mayıs darbesiyle kurulan hükümetlere kadar hepsinin Menderes döneminden pek farklı olmadığını fark etmek gibi..
1946’da da 1950-1960 arası Menderes döneminde ve sonrasında da, Türkiye’nin ekonomik kararlarının oluşumunda dışarının dayatmalarının belirleyiciliğinin ağır bastığını, kendi inisiyatifimizin çok sınırlı kaldığını fark etmek gibi..
Biz siyaset katlarında sert seçim rekabetleri, darbeler üzerinde duygusal aşk-nefret gelgitlerine takılırken, bir alttaki ekonomi politikalar kulvarının bezdirici tekerrürünü ıskalıyoruz sanki.
* * *
Rahmetli Menderes’in iktidarından 4 yıl önce ABD’den, cumhuriyet tarihinin ilk borç talebi..
Zamanın parasıyla 600 küsur milyon dolar reddedilir, 1946 sonunda 5 yıl vadeli 350 milyona fit olunur. Ama borç verenin bir isteği vardır: Devalüasyon.
1946 Eylül’ünde alacaklının isteğine uygun olarak, 1 USD, 1,31 TL’den 2,8 TL’ye çıkar.
Yani, 1945’te, bütçemizdeki her 100 TL ile, 76 dolarlık mal ve hizmet alabilirken, 1946 sonunda 100 TL’miz ancak 36 dolarlık mal ve hizmete yeter hale gelmiş.
Hem halkın filesi bakımından, hem yatırım gücü bakımından yoksullaşma.
Menderes hükümetinde 1954’ten itibaren dış ticaret dengesizliğine bağlı darboğaz başlar. ABD’den yardım (daha doğrusu borç) talebi de bu süreçte gündeme gelir.
1958’e kadar süren pazarlık ve sürtüşmeler sürecinde, ABD’nin talebi yine devalüasyondur.
Erdoğan’ın da bir zamanlar kullandığı deyişteki gibi, “borç alan emir alır”!
Nitekim Menderes hükümeti de, 1958 Ağustosunda, IMF baskısıyla, 1 USD’ı 2,8 TL’den 9 TL’ye çıkartmak zorunda kalır.
Dahası, Mayıs 1959’da cumhuriyet tarihinin ilk konsolidasyonuna da evet demek zorunda kalır.
Peki 27 Mayıs darbesi ekonomi politikaları dış dayatmalardan kurtardı mı? Ne gezer..
Milli Birlik Komitesi’nin ekonomi politikaları da dışarının vesayetindeydi. Darbenin “yeni ekonomi programı” dış alacaklılar tarafından yetkilendirilen OECD’nin onayına; 1961’de Stand-by anlaşmasıyla da IMF gözetimine tabi oldu.
Hatta darbenin bir dönem maliye bakanlığını yapan K. Kurdaş da, Menderes hükümetinin bir döneminde Hazine Genel Müdür Yardımcısı idi.
Siyaset kulvarında darbeye uğrayan ve darbe yapan konumlarıyla birbirine zıt kutuplarda görünen iki dönem, ekonomi kulvarında bu derece birbirinin devamı durumundaydı.
1946 Eylülünden AKP iktidarına kadar on devalüasyon görmüşüz (1946, 1958, 1960, 1970, 1978, 1979, 1980, 1994, 1999, 2001). 10’u da bize dışarıdan dayatılan..
2001’den sonra döviz kurları “dalgalı kur” namıyla otomatiğe bağlandığından beri devalüasyon terimi resmi ağızlardan pek duyulmuyor. Ama oluyor..
* * *
Türkiye ekonomisinin burnu niye borçtan kurtulmuyor?
İYİ Parti’den D. Yılmaz söylesin: “.. Hızlı büyümek istiyorum diyorsanız ithalat yapmak zorundasınız, çünkü ara mal ve hammaddeye çok bağımlısınız ve cari açık vermek zorundasınız. ..” (27 Kasım 2016, hurriyet.com.tr)
Yani sanayimiz, “ara mal ve hammaddeye çok bağımlı..” bir montaj sanayisine dayanıyor.
47 yıl önceki CHP seçim bildirgesinin “Sınaileşme stratejimizin başlıca hedefi, Türkiye’nin yatırım malları ve ara mallar sanayilerinde güçlü duruma gelmesi ..” hedefi de, bu gerçeğin D. Yılmaz’dan çok önce zaten bilindiğinin bir kanıtı.
D. Yılmaz’ın şahitliğine başvurmamızın nedeni, “memleket masası” önerisinin, mensubu olduğu partiden gelmesi.
* * *
Yine bir ödeme krizi yaşadığımız 1978-79 arasındaki Ecevit hükümetinin IV. Plân’ının maruz kaldığı dış baskı da Menderes’in dramının hızlı ve daha sert bir versiyonu gibidir.
IV. Plân, D. Yılmaz’ın dile getirdiği sektörlerde, yani ara malları ve yatırım malı sektörlerinde yatırımları hedefler.
Ama Ecevit hükümeti de IMF dayatmasıyla iki kez devalüasyon yapmak zorunda kalır.
Türkiye’deki IMF heyeti başkanının, IV. Plân’la “hiçbir yere varılamayacağını” söyleyerek tehdit edişinden daha 15 gün geçmemişken, Türk burjuvazisinin örgütü TÜSİAD, “Gerçekçi Çıkış Yolu” başlıklı bildirileriyle IMF’nin yanında yer alır.
Rahmetli Menderes gibi rahmetli Ecevit hükümeti de yabancı bankalar konsorsiyumu ile yeni kredi ve borç erteleme anlaşmasına mecbur kalır.
Neticede IV. Plân da hayal olur. Daha doğrusu, Türkiye, bir kez daha kendi istediği ekonomi politikalarını gerçekleştiremez. Yabancı alacaklı ne dayattıysa o olur.
Sonrası malum; 24 Ocak “istikrar tedbirleri” ve 12 Eylül darbesi..
Şimdi AKP de o “swap” senin bu “swap” benim dolaşmalarıyla dış borç bulmaya çalışıyor. Ama koşullar bunun artık 2013 öncesi gibi kolay olmayacağını söylüyor.
AKP’nin kendi başarısızlıklarına bahaneler aramak; kendi dışındakileri suçlamak için bunca çabalamasına bakılırsa, bu bezdirici tekerrürlerle dolu patikadan çıkaracak kapasite yok.
* * *
Bu bakımdan, İYİ Parti Genel başkanının teklifi çok kıymetli: "Bir masa etrafında toplanmamız lazım. Bu ülkenin vatandaşları olarak … ortak aklı işletmemiz lazım. Bu masanın adını da 'memleket masası' diyorum ben. Memleket masasının etrafında toplanmamız lazım. Bu sıkıntılı ekonomiden daha sonraki fasılda nasıl çıkacağımızı konuşmamız lazım." (10.05.2020 aa.com.tr)
“Memleket Masası” kurulabilir mi?
Ülkenin kendi bağımsız ekonomik politikalarını oluşturma isteği ve iradesi konabilir mi?
Yoksa yine meselelerin özüne inmek yerine kabuğunda gezinmeye mi döner işler?
Merakla beklemekteyiz..