Parabol, matematikte bir fonksiyonun grafiği. Kısmen alttaki şekle benzer.
Son haftalarda, ülkemizdeki korona vakasına dair her açıklamada, TV ekranlarında her göründüğünde endişe katsayımızı zıplatan eğri şimdilik bunun gibi bir şey. Ve iki sebepten dolayı çok endişe veriyor:
Birincisi, zaman ekseninde geçen her gün hastalık vakası da artıyor.
İkincisi, geçen her eşit sürede vakadaki artış da artıyor.
Meselâ virüse yakalanan sayısının 47 olduğu 16 Mart (16M) başlangıç alınıp, 5’er gün arayla “vaka” sayısındaki değişime bakın. 21 Mart’ta 947 olmuş; yani 16-21 Mart arasında artış 900. İkinci 5 günlük periyot 21-26 Mart arasında artış 2682. İlk 5 günün neredeyse 3 katı. Üçüncü 5 gün; 26-31 Mart arası artış (3629’dan 13531’e) 9902.. Bir önceki 5 günün 3 katından fazla.
Bu eğrinin, öncelikle vakanın değilse bile artışının azaldığı bir faza bir an önce geçememesi sosyal temas yoğunluğundan.
İşte TTB’ne, sendikalara ve “Erdoğan ne der acaba!” korkusu altında ezilmeyen belediyelere ve meslek odalarına, bir an önce sokağa çıkmanın son bulması gerektiğini düşündürten meş’um gerçeklik bu.. Bu “meş’um parabolün” işaret ettiği felâket..
Sağlık bakanının verdiği bir örnek vak’aya göre, enfekte olan bir (rakamla 1) kişinin, ev dışı eş-dost ziyaretine ve işe gitmesi otuz (rakamla 30) yeni enfeksiyona vesile olmuş.
Evinden çıkmasa, sağlık sistemine yükü sadece iki vak’a ile sınırlı olacakken, artı 28 hasta daha yükleniyor. Oranlayın, enfekte olup evinden çıkabilen her 100 kişi, sağlık sistemine 3000 hasta; bu 3000 hasta 90000 (doksan bin) hasta vb.. olarak yansıyabilecek..
* * *
Virüs karşısında, bireyler olarak bağışıklık sistemlerimiz nasıl savunmasız kaldıysa, damat bakan-yandaş müteahhit zümresi-yandaş medya diliyle “güçlü” denen ekonomimizin bağışıklık sistemi de döviz karşısında savunmasız.
Onun için, 2018’deki döviz kriziyle düştüğü yataktan arada bir kalkar gibi olsa da, virüsün küresel ve yerel hasarları sonucu tekrar yorgan döşek düştü yatağa. Dolar, 2 yıl öncenin akut kriz günlerindeki seviyelerde tekrar. Hâttâ daha yukarıları zorluyor.
Bizim de içinde olduğumuz “gelişmekte olan piyasalar” sermaye çıkışları ile karşı karşıya.
Sermaye (döviz) girişinin azalması “ateş yükselmesi-öksürük” gibi semptomlar ise, sermaye çıkışı da günün korkutucu moda deyimiyle “korona tedavisi amacıyla yatmak” gibi. Yandaş basından bir ekonomi yazarının ifadesiyle: “3 ayda 6 milyar doları geçen net sermaye çıkışı Türkiye’nin kriz yıllarıyla benzerlik gösteriyor” (27 Mart 2020, haberturk.com)
Yönetim, bir ödeme krizi eşiğinde. Söz yerindeyse ekonomiye dair tüm büyüklenmelerinin cilalarının dökülme riski kapıya dayanmak üzere yani.
Onun için, 18 Mart’ta, medyaya “Koronavirüsle Mücadele Eşgüdüm Toplantısı” gibi tumturaklı bir başlıkla yansıtılırken, bu toplantıda duyurulan paketin;
- “100 milyar TL” diye debdebeyle sunulan parasal hacminin nakit değil, firma borçlarının tehiri, vergi ertelemeleri ve kamu bankalarına yeni kredi yükü yüklemeyle sınırlı olması;
- Virüs nedeniyle işinden olanların gelir kaybını telafi etmeye yönelik dişe gelir nakit bütçe harcaması sunamaması
şaşırtıcı değil.
Tabii, yönetimin,
- “Mega projeler”inin köprülerinden geçmeyen ve şehir hastanelerinde yatmayan vatandaşlara da dolaylı vergilerle yüklenen 19 milyar TL’lik “garanti ödemeleri”ni ertelemeye bile kıyışamamasının,
- Buna karşılık, O. Oyan hocanın hesabıyla, bütçeden, “5 milyon aileyi (yani 20-25 milyon nüfusu) kapsayacak bir ‘aile başına 500 TL’ su, elektrik, doğalgaz yardımının toplam maliyeti ayda 2,5 milyar..” liralık (19 milyarın 7’de 1’inden daha az) bir kaynak ayırmaya yanaşmamasının
nasıl bir sınıfsal tercihin ifadesi olduğu açık.
Mamafih hakkını yemeyelim; ekonominin ve virüsün vurduğu ihtiyaç sahiplerini hiç düşünmüyor değil elbette. Ama bu harcama bütçeden değil. Bu, bağışlara (İBAN numarasına) havale ediliyor.
İhtiyaç sahibi yurttaşlarımızın ihtiyaçlarına derman olacaksa, bu da iyi elbette. Olsun.
Ama nasıl bir itidal yitimi ki, iş yerini kapatmak zorunda kalan esnafa ve işini kaybeden işçiye CHP’li belediyeler, aynı şekilde yardım etmeye kalkışınca, AKP yönetimi, akla ziyan gerekçelerle, “olmaz!” diyebiliyor!!
Öyle ki, İstanbul belediyesi bağış kampanyası yapınca, “.. Sosyal belediyecilik anlayışı..”nın bağışla değil “.. bütçenin ilgili bölümünden destek..” ile olacağı noktasından eleştiri getiren bir yandaş yazar, Erdoğan’ın “bütçenin ilgili bölümünden” değil bağıştan medet uman kampanyasını hararetle destekleyebiliyor. (31 Mart 2020, cumhuriyet.com.tr, “Erdoğan IBAN verdi, yandaş gazeteci tweet sildi” başlıklı haber)
Bahsi geçen bu yandaş gazeteci, iki yıl önce, İsmet Paşa döneminin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’dan bahseden bir yazısında, ona atfedilen meşhur bir sözü anarak şöyle der: “Onunla beraber anılan tarihi sözü; ‘Bu memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz’.. Bu söz tek parti dönemi uygulamalarını anlatmaya yeter aslında” (E. Dede, 14 Şubat 2018, star.com.tr)
Kaderin cilvesi midir, yoksa bu topraklarda yetişen bir “devletlû” sosyokültürel genetiğinin bir tezahürü müdür nedir, bugün AKP yönetimi de benzer bir dil kullanıyor: “Bu memlekette vatandaşa bir iyilik yapılacaksa, onu da biz yaparız, sizler de kim oluyorsunuz”! dili.
Ama bugün çok parti dönemindeyiz ve bunu AKP bile anlamak zorunda.
Tribünlere, ekonomide “tarih yazma”yı “Ortadoğu’da bizden habersiz kuş uçmaz”ı oynarken, bugün her iki alanda da geldiği noktanın fiyasko olduğu tribündekiler tarafından da fark edilir hale geliyor. Bu, kendi hamasetine kendi de inanan megalomaninin “Ben! Yalnız ben!” hezeyanını anlaşılır kılabilir. Ama asla haklı kılmaz.
* * *
Virüs kapan insan (“vaka”) sayısında şu günlerde gözlenen artışın artışı eğiliminden acilen artışın azalışı fazına geçebilmemizi sağlamanın sorumluluğu da vebali de ondadır.
Bizim “vaka” artış hızı kontrolden çıkıp, sağlık sistemimizin kapasitesini çok aşma eşiğini geçmeden sokağa çıkmayı önlemenin ciddiyetini de çok geç olmadan anlar inşallah!
Değerli dost; Çalışmalarını özverili emeğini kutluyorum.Sonunda uğraşılarınızın ödülünü alacağız.Başarı ve sağlıklar dilerim.Sevgiyle kal...