“Yeni” bir mutlakıyet rejimiyle tarihi kendisiyle başlatan iktidar, aslında, yok ettiği parlamenter rejimi mumla arayacağı bir yalnızlık ve çaresizlik girdabına çoktan kapıldı da renk vermemeye çalışıyor.
Dövizdeki oynama, yaptırım gibi dış şoklara karşı koyma güç ve kabiliyeti tükenmiş bir ekonomi: Kendi eserleri.
Merkez Bankası işleyişini değiştiren, onu da damadına bağlayan kararnameleri imzalarken verilen resimler heybetli. Lakin ekonominin çarkını döndürebilsin diye kendilerinden “sıcak para” gelmesi beklenen yabancı “yatırımcının” ağzından çıkan ültimatom tonundaki sözler karşısında sessizlik, çaresizliğin son tezahürü. (Londra merkezli bir yatırımcı, twitter mesajında: “Albayrak’ın önümüzdeki birkaç hafta içinde Londra ve New York’a gelmesi ve kayınpederinin yaptığının tam tersini yapması-yatırımcılara .. güvence vermesi gerekecek” diyebiliyor) (11 Temmuz 2018, cumhuriyet.com.tr)
İhtiyacınız olan paranın size maliyetini, faizleri siz değil biz belirleriz diyor. Merkez Bankanız sizden bağımsız, bize bağımlı olmalı diyor yani. Ama bir “eyy!” duyulmuyor.
Sonuçta, şayet bir ekonomik krizle küçülme felaketine uğramazsak, en iyimser yorumla ekonomide büyümenin küçüleceği, “yeni” rejimin hayatı kolaylaştırma kapasitesinin olmadığının acı da olsa fark edileceği bir sürece gidiliyor.
Bu durumda muhalefet, toplantılarında kendi söyleyip kendi alkışladığı sansasyonel polemik tarzıyla yetinemez.
Mevcut düşünce ve davranış kalıplarımız, iktidarın temel yanlışlarının teşhiri ve kendi program stratejilerimizin anlatılması görevini sürekli ve yaygın olarak başarmaya elverişli değil.
* * * *
Sandık bölgesi örgütlenme modeliyle seçmenle yakın ilişki içindeki tüm üyeler tarafından seçmene, mümkün olan en yaygın şekilde iletilecek politika metinlerinin sistemli ve sürekli olarak üretilmesi zorunlu. İki temel konuyla örneklendireyim.
MESELA, yüksek enflasyon nedeniyle yoksullaşma yüzünden yurttaşların çocuklarına et yediremez olması yetmezmiş gibi, soğan patatese bile ulaşması zorlaştı.
CHP’nin, bu acı gerçeği, sadece dile getirmekten başka yapacağı bir şey yok mu?
Olmaz olur mu?
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan yoksul ve orta halli köylülerimizin, gıda tekelleri karşısında tek tek zayıf olan emeklerini kooperatif örgütlenmesi yoluyla daha verimli ve etkin bir düzeye yükseltmeye yönelik parti stratejimiz var. Programı ile, “CHP, kooperatifleri, özellikle tarımda üretkenliğin artırılmasında, üretici emeğinin değerlendirilmesinde, gelirin daha adil paylaşımında, dar gelirli tüketicinin korunmasında önemli katkılar sağlayan demokratik örgütlenme olarak değerlendirmektedir” (Program, s.77) der.
Dikkat isterim, madalyonun iki yüzü de ihmal edilmemiş; üreticinin emeğinin değerlenmesi ile tüketicinin korunması arasındaki bağı atlamıyor CHP Programı.
Ve tarımsal kooperatiflere piyasada rekabet gücü kazandıracak finansal tedbirler sunuyor.
Peki, iş aday tespitlerine gelince hararetlenen Parti Meclisi ve Merkez Yönetimimiz, iş, bu program hedef ve taahhütleri çerçevesinde politika üretmeye gelince niye oralı değil?
CHP’nin, İzmir gibi, mevcut tarımsal kooperatiflerle ilişkiler ve yeni kooperatifleşme hareketlerini teşvik konularında ciddi bir yerel yönetim tecrübe ve birikimi de varken, en üstteki parti mutfağının konuya ilgisizliği niye?
* * * *
MESELA, dış borçsuz çevrilemez durumdaki ekonomimizin içine düştüğü lanet çıkmazı, bakın nasıl veciz anlatır: “.. ihracat ve üretim arttıkça ara mal ve yatırım malları ithalatının ve cari açığın çok daha hızlı artması..” (Program, s. 189)
Ne kadar çelişkili bir ekonomi zemini!.. İhracat ve üretim artsa bir türlü, artmasa bir türlü!..
Sanayiciyle, esnafla, hatta “ihracat ve üretim” meselelerinden uzak gibi görünen zengin yoksul tüm yurttaşlarla, bu yaman çelişkiyi konuşmamız, tartışmamız gerekmiyor mu?
Bu çıkmazdan çıkış yolu da sunar: “Sanayi üretiminin ağırlıklı olarak ithal kaynaklı ara ve yatırım mallarına dayandırılması politikasına son verilecek” (Program s. 197)
Peki bunun GEREKLİLİĞİNİ ve NASILINI; ülke olarak bu uğurda katlanmak zorunda kalınacak maliyetleri tartışmaya, anlamaya ihtiyacı ve hakkı yok mu, mahallesinde sandık bölgesinde çalışacak üyelerimizin ve seçmenin?
Ama Parti Meclisimizin, bir kez olsun, böylesine temel bir meselemizi tartışmak gündemiyle toplandığını duymadık.
* * * *
Bakın, seçmene ulaşmakta partililerin sandık çevresi örgütlenmesi ne kadar kaçınılmaz bir zorunluluk ise, partinin siyaset mutfağı olması gereken Parti Meclisi ve Merkez Yönetim organlarının, üyelerini sürekli ve sistemli olarak besleyecek politika metinleri üretmeleri de o kadar zaruri bir ihtiyaç.
Ama, en tabandaki üyeden en üst organlarımıza kadar, zihinlerimiz, “kim, nereye aday yapılacak?” türünde sorulara o kadar odaklı ki, dikkatlerimizi partinin program stratejilerine yöneltmek aklımıza bile gelmiyor.
* * * *
Makam-mevki ile o kadar meşgul ki zihinler, değişim-Kurultay talebini, “.. önümüzdeki yerel seçimlerdeki aday tercihlerindeki erkin kim olacağı üzerinden ..” okumaktan ve kendi gibi düşünmeyen partililerini bu “okuma” üzerinden suçlamaktan kendini alamayan çıkışlara rastlanabiliyor.
Oysa, kurultay talebinde bulunmamak sayın genel başkanın ne kadar tüzüksel hakkı ise, bu talepte bulunmak da üyenin ve delegenin o kadar tüzüksel hakkıdır.
Dolayısıyla, kimse de, kendi sübjektif niyet okumalarına göre infiale kapılmamalı.
CHP, bir kere başlamış olan bu süreci vakarla yönetmek zorunda şimdi.
* * * *
“Yeni” rejim, dış politikada ve ekonomide ülkeyi ve kendini “eskiden” soktuğu çıkmazlarda.
Eline aldığı erk, bırakın Trump’a, Putin’e, Merkel’e, Londra’daki bir portföy şirketine bile ulaşmaz.
Yarattığı ekonominin ezdiği yığınların muhtemel protestolarını ve siyasi muhaliflerini sindirme aracı olabilir ancak.
Bu durumda halkla bağlarını her zamankinden daha güçlü kılmak zorunda olan muhalefetin, en tabandaki üyeden en üst organlarına kadar, dikkatlerini, “kim, nereye aday olacak?” türünden sorulara değil partilerinin ülkeye sunacağı gelecek tasarımına yönelten bir zihniyet değişimine-devrimine şiddetle ihtiyacı var.
Kurultay, böyle bir değişim ihtimali sunacaksa, bundan kaçınmamalı.
Tabanda işleyen, üyelerin büyük çoğunluğunu işlevli kılan bir sandık çevresi örgütlenmesi; tepede bununla sıkı organik bağlar içinde, güçlü bir “Parti Mutfağı”.
Acil ve mutlak ihtiyaç budur.
Başaramazsak Atatürk’ün partisinin üyeleri olarak vebal altındayız vesselam.
Tebrikler hocam çok güzel bir yazı başarılar dilerim.
Sevgili hocam tamda anlattiginiz gibi,degisim olursa sayet eski duzen zihinler de devam ederse bosa caba,ama bunu yasamak ve gormek gerek,yazinizi musadenizle paylasmak isterim.