15 Temmuz’dan beri, olağanüstü günler geçiriyoruz.
Darbe girişiminin nedenleri, zamanlaması, cuntacıların tarikat bağlantısı ve rütbesel dağılımına dair hayli ayrıntılı yazı ve analizleri okuyoruz. Önce, benim de katıldığım bazı sonuçları paylaşacağım.
Hükümete Karşı Ordu Darbesi Değil “Cemaatin” Orduya Darbesi
Güvenlik uzmanı Metin Gürcan: Bu Cemaatçi “..kliğin yaşadığı sıkışmışlık hissi” ile yaptığı şey, “bizatihi TSK’nın kendisine darbe” girişimidir diyor. (http://t24.com.tr/yazarlar/metin-gurcan/bir-darbe-girisiminin-anatomisi,15059)
Gürcan, “.. başta Suriye ve Irak krizleri, .. PKK ve IŞİD’le devam eden mücadele olmak üzere kritik bir dönemden geçen TSK içinde bu darbe girişimi sonrası büyük bir travma yaşandığına..” dikkat çekiyor.
Emekli Tuğamiral Ertük de aynı kanaatte; “..esas darbe Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yapıldı” diyor. (18.07.2016, tr.sputniknews.com)
PKK’ya karşı birlikte savaşan iki kurumumuzdan birinin (TSK) emanetindeki F-16 ile diğerinin (Özel Harekat) merkezine yapılan saldırıyla bu kurumlar arasına ekilen güvensizlik tohumu da cabası.
TSK’ne karşı olması, elbette hükümete ve parlamentoya karşı olmadığı anlamına gelmiyor. Nitekim düzenin tüm meşru kurumlarını ve sivil yurttaşlarımızı bile hedef aldıklarını hepimiz gördük.
Böyle gözü kara bir teşebbüs, niye ve hangi güçlerce projelendirilebilir?
Ortadoğu’nun en güçlü ordularından biri olan TSK -Tuğamiral Türker’in sözleriyle- “..devre dışı kalsın, Suriye’ye, Irak’a, Rusya’ya karşı projelere ve Türkiye’nin bölünme projelerine engel olabilecek imkân ve kabiliyetini kaybetsin..” diye. Bunu isteyen ve yapma gücü olan kimlerse onlar tarafından projelendirilmiştir elbet.
Yani, darbe girişimi, ordunun meşru emir-komuta zinciri dışında, tarikat hiyerarşisi (“abiler” emri) ile davranan Cemaatçi kadroların işi de asıl “üst akıl” bu mu?
Bir zaman “beraber yürüdük”leri Cemaat’i kuşkusuz bizden daha iyi bilen AKP basınından bir yazar ne diyor bakın: “..Fettullahcılar, ABD’den izinsiz değil darbe yapmak, maklube bile yemezler” (S. Tuna, 20.07.2016, yenisafak.com)
Kanlı “maklube” izninin /telkininin /direktifinin nereden geldiğinde hala tereddüt varsa, bir de Lawrence Wilkerson’a kulak verin. Güvenilir bir bilirkişi sayılır.
Wilkerson, C. Powell’ın özel kalem müdürü. Powell ise, ABD’nin Panama işgalinden Afganistan, Irak işgallerine kadar onlarca operasyonunun planlama ve uygulamasını, önce Genel Kurmay Başkanı, sonra Dişişleri Bakanı olarak yönetmiş birisi.
Wilkerson diyor ki: “Bence (CIA Başkanı) John Brennan ve diğerlerinin Türkiye’de neler olup bittiğinden haberdar olduklarına şüphe yok. .. Ya buna karşı tavsiyelerde bulundu, ki bu zaman zaman olur, ya zorla etki etmek için sürecin tam ortasında ya da ikisinin arasında bir yerde” (20.07.2016, tr.sputniknews.com)
Açık değil mi? Asıl darbeci “üst akıl” CIA, onun kanlı avadanlığı da Cemaat…
Olağanüstü Hal’in (OHAL’in) Kapsama Alanı
Yüzlerce yurttaşımızı katleden, TBMM’yi bile bombalamaktan kaçınmayan bir darbe teşebbüsü elbette olağanüstü bir durumdur. Olağanüstü Hal gerektirebilir.
Cemaat’in yargıya, Emniyet’e, TSK’ya nüfuzunun derinliği ve yaygınlığına bakınca, bununla baş edilmesi için gerekli hukuki ve idari karar ve uygulamalar tabii ki bunun kapsama alanında.
Evet, MGK Bildirisi, kâğıt üzerinde, OHAL’in, “sadece ve sadece demokrasiye, hukuk devletine, hak ve özgürlüklere yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için yapılacak çalışmaları kolaylaştırma amacına yönelik” olduğunu söylüyor. Lâkin, ülkemizde, böyle dönemlerin, fiiliyatta tüm muhalifleri baskı altına alma, sesini kısma aracına dönüşebildiği de sır değil.
Onun için, AKP’ye muhalif her sesin kısılması çabalarının da bunun kapsama alanına girme ihtimali düşük sayılmaz. Yanılmış olmayı dilerim.
* * *
Amma velâkin, kapsama alanına girme ihtimali sıfır olan bir mesele var.
Balyoz davası sanıklarından emekli Tuğgeneral A. Yavuz, bakın ne diyor: “AKP, doğru şekilde Fethullahçı yapının üzerine gidiyor; ama bu yapının bu hale gelmesinin en büyük sebeplerinden bir tanesi son 10 yılda yaşadıklarımızdır. Silahlı kuvvetlerin sahte Balyoz, Ergenekon, casusluk gibi suçlamalarla karşı karşıya bırakılıp tasfiye edilmesidir. Silahlı kuvvetlerin istihbarat imkan ve kabiliyetlerinin kısıtlanması sonucu bu yapı güçlendi” (18.07.2016, tr.sputniknews.com)
Bu OHAL, şu “son 10 yılda yaşadıklarımız..”dan herkesin payına düşeni verme hedefini kapsama alanına alabilir mi sizce?
* * *
Kapsama alanına, istese bile alamayacağı, gücünün yetmeyeceği alanlar da var.
Örneğin AKP dış politika yapıcılarının ABD şemsiyesi altında dahil olduğu Suriye sahnesinde, artık tamamen oyundışı kalmışlığını telafi edebilir mi? Mümkün değil.
* * *.
Örneğin ekonomimize, dış şokları göğüsleyebilme kapasitesini kazandırmak.
Rusya’nın, turist göndermeme, yaş sebze almama ve inşaat ihalelerine sınırlamayla soktuğu 7 aylık basit bir dayanıklılık testinde bile sınıfta kalan ekonomimiz.
Bu, ekonomimizin müzmin bir olağanüstü hali. Ama tabii ki OHAL’in görev kapsamında değil. Olması da gerekmiyor.
Ama, diyorum ki, acaba siyasilerimizi, bu alanda kendini kandırma içgüdüsünden kurtarma denemesini kapsama alanına alabilir mi?
* * *
Alamayacağını, hatta konuya anlam bile veremeyeceğini biliyorum.
Oysa, en yakın tehdit FETÖ ise, orta vadedeki tehdit de ekonominin zayıflığıdır.
Zayıflıklarımızı görme ve kabullenme cesareti gösteremedikçe, ne sorunları nesnel olarak anlayabiliyoruz ne de dolayısıyla gerçek çözümler üretebiliyoruz.
Bakın Bakan Zeybekçi, Rusya ile aramızdaki problemi çözme ihtiyacımızı, partililerine ne şekilde yansıtıyor: “..Matematik olarak söylüyorum, böyle bir problem eğer Türkiye’ye bir oranında zarar veriyorsa, Rusya’ya en az iki oranında zarar verir. Sürdürmenin .. mantığı yok. ..” (25.06.2016, haberturk.com)
Doğru, “sürdürmenin.. mantığı yok”. Ama ringte havlu atan bir boksörün, bunu, rakibin daha çok dayak yemesiyle izah etme çabası, kendi düştüğü durumu kabul edememekten başka nedir?
* * *
Kredi derecelendirme kuruluşu S&P’nin -muhtemelen “siyasi”- not düşürme kararı da ekonomiye darbe hazırlığı alarmı veriyor olmalı ki, Başbakan yardımcısı M. Şimşek, “Nasıl ki darbeye karşı dik durulduysa ekonomide darbe karşısında da dik durulmalı” çağrısı yapıyor. (21.07.2016, hurriyet.com.tr)
Zeybekçi’nin “matematik”i ile, ekonomimiz dış şoklara, Rus ekonomisinin “en az iki katı oranında” dayanıklıysa zaten mesele yok:
Rusya, AB ve ABD’nin yaptırımına 2 yıldır göğüs gerip, bir de onları acıtabiliyorsa, biz hayda hayda “en az iki” katı dayanırız demek(!) O zaman Şimşek’in endişesi yersiz olmalı değil mi? Ama, ne yazık ki endişelenmekte çok haklı.
Bakın, bizim doğalgaz ve petrol bağımlısı zannettiğimiz Rus ekonomisinin sınai kapasitesinin küçük bir kesitinden iki örnek vereyim. Ki dış şoklara dayanıklılık denen şeyin dayandığı -ve bizde olmayan- iç dinamikler hakkında bir fikir versin:
1. Rusya’nın, ABD ve Çin’e ileri teknoloji ürünü roket motoru satabilen bir sanayisi var (Buna dikkat, domates değil roket motoru!).
2. Suriye’deki 1 yıllık savaşı 500 milyon dolara getiren Rusya, sadece 2015’te -o maliyetin 30 katına yakın- 14 milyar doları aşkın (uçak, tank, helikopter vb. gibi) ileri teknoloji ürünü silah ihracatı yapmış; yani bunu besleyen hakikaten yerli bir askeri-sınai komplekse sahip
* * *
Turizm, sebze, inşaat yaptırımına 7 ay dayanamayan ekonomimiz risksiz olabilir mi?
Sonuç olarak, ülkemiz siyasetçileri de, kendini kandırıp durmaktan, gerçek sorunları halının altına süpürüp durmaktan nasıl kurtulur?
OHAL, mesela böyle olağanüstü bir şeyi de başarabilir mi?