30 Ekim deprem felaketinde hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara acil şifa diliyorum.
İçimiz yandı.
Ama bu yazıda niyetim duygu paylaşmak değil.
Bayraklı’nın zemini, inşaatların niteliği üzerine mesleki görüşler de değil.
Bayraklı üzerinden, ülke olarak ekonomik gelişmemizin önünde köstek olan toplumsal-siyasi bir davranış kalıbı üzerine; imar-rant kültürü üzerine görüş paylaşmak.
Rant ekonomisinin bizdeki en klasik görünümü, yeşil alanları, tarım arazilerini imarlı arsaya dönüştürmek. Kamunun yol-su-elektrik vb. yatırımlarıyla toprağın kazandığı değer artışını sermayeye aktarmak. Daha doğrusu vergilendirmeyerek bağışlamak.
* * *
Son deprem felaketinin odağı olan Bayraklı da bu köklü kültürle dönüşüm geçirdi.
Gençler bilmeyebilir, bugün deprem felaketinin odağı olan bölge, neredeyse 5 metreden su çıkan, saksı toprağı gibi bir toprakla örtülü, verimli bir sebze ve meyve ovasıydı.
İmar dönüşümü, tarım üretimimizde kayba yol açmakla kalmıyor:
1980’li yıllarda yapılan imar planlarıyla, tarlalar arsaya, arsalar da haliyle konut ve iş yerlerine dönüşürken, toprağın metrekaresi, tarla olarak ederinin kat be kat üstüne çıkıyor kaçınılmaz olarak.
Kamu, kendi yarattığı bu değer artışını geri alabilseydi, yerel yönetimler de orada sağlıklı bir yapı denetimi yapmak, halka aşırı yük yüklemeden gerçek manada bir kentsel dönüşümü başarmak için gereken finansmanı sağlayabilecek güçte olabilirdi. Arsa da halkın erişimini çok zorlaştıracak derecede pahalı olmayabilirdi..
Ama mevcut imar hukuku ve kültürü buna imkân vermiyor. Tersine, toprağı, sermayeye rant aktarma aracına dönüştürecek bir şekilde işliyor..
* * *
Türkiye’nin imar kültüründe, Bayraklı’nın başına gelene benzeyen sayısız örnek var. Bunun en güncel ve meşhur olan örneği, halen işin başında olan Kanal İstanbul plân-proje süreci.
İstanbul’un belki de son en geniş tarım, mera-hayvancılık ve su havzaları (Küçükçekmece Gölü, Sazlıbosna Baraj Gölü, Terkos Gölü'nün bir kısmı) bu “kanal” güzergâhında.
Tarlalar, meralar çoktan arsaya dönüşmeye, toprak metrekare fiyatları uçmaya başladı.
Kamunun (devlet ve belediyenin) yol-su-elektrik yatırımlarıyla toprağa katılan katma değerin sermayeye karşılıksız aktarılma sürecinin henüz başında.
Bu yılın Ocağında devletin Kanal İstanbul için öngördüğü harcamanın 75-100 milyar lira (o günkü döviz kuruyla 13-17 milyar dolar) olduğu söyleniyordu. Bunu aşmayacağını varsaysak bile, demek ki devletin bu kadar parası, kamuya geri dönmemek üzere sermayenin gayri menkul spekülasyonuna rant hediyesi olacak.
Bu süreç, “yerli milli” imar kültürümüz olan kadim “devlet malı deniz, yemeyen domuz” deyişimizin hakikaten ete kemiğe bürünmüş en son somut tezahürü..
Kamu kaynakları bu kadar çarçur edilince,
- Hayli geniş bir tarım ve hayvancılık üretim alanından oluyoruz,
- Yerli özel sermaye için taşınmaz spekülâsyonunu cazip kılarak, üretken yatırımı caydırıcı koşullar oluşturuyoruz,
- Kamunun -önceki yazımda değindiğim- sınai ve tarımsal KİTler kurmak; riskli binalarda oturan yurttaşlarımızı güvenli binalara kavuşturmak; konut ihtiyacı için makul fiyatlarla ulaşılabilecek arsa ve konut üretmek için gerekli finansman gücünü zayıflatmış oluyoruz.
İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı, çok haklı olarak, “Kanal İstanbul için öngörülen 75-100 milyar liralık para ile İstanbul’da ağır hasar alması beklenen 48-50 bin binanın hepsinin yıkılıp yeniden yapılabileceğine..” dikkat çekiyor. (30 Ocak 2020, sozcu.com.tr)
İzmir’in Bayraklı ovasını imara açarak değerli bir tarım alanını yitirmiş olmakla kalmadık. Buna yapılan kamu harcamalarını kamuya döndürecek rant yasalarımız olsaydı; belediyelerimiz inşaatların yeterli denetimini yapabilecek yetkiye ve gerçek kensel dönüşümü finanse edecek güce sahip olsaydı, şu son faciayı yaşamama şansımız vardı?
Amaç toplumca kalkınma ise, spekülatif kazanç kapılarını sermaye için cazip olmaktan çıkartmak, kamu ve özel sermayeyi gerçek üretime yöneltmek olmazsa olmaz bir şart . Ta altı yıl önce, İzmirli bir sanayicimizin (Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar’ın) dediği gibi: “.. Türkiye’nin arazi, inşaat ve finansal rantlar ile uzun süreli yüksek ve sürdürülebilir büyüme gerçekleştirmesi mümkün değil.. Bu alanların da artık reel sektör düzeyinde hatta daha yüksek oranda vergilendirilmesi gerekiyor” (9 Ekim 2014, egedesonsoz.com)
* * *
Mesela “arazi, inşaat” işlerinde bizim imar kültürü, gelişmiş ekonomilerinkiyle ne kadar örtüşür veya ayrışır?
Mustafa Balbay’ın bir yazısından öğrendiğime göre, bizde 450 bini aşkın müteahhit (işinde uzman ve ehilleri tenzih ediyorum), Almanya’da bu sayı 3500 kadarmış.
Ama bizim ekonomimizin burnu cari açıktan (borçtan) kurtulamazken Almanya cari fazla rekorları kırıyor. Elbet doğrudan sebep sonuç bağı yok. Ama inşaat kurtarmıyor işte..
Siteler inşa etmekte uzman bir kuruluşun, MESA’nın Yönetim Kurulu Başkanı Boysanoğlu gayet öz açıklıyor: “Konutun bedelini belirleyen ilk faktör arsa bedelidir. Arsa maliyetleri yüzde 45-50’lerde, hatta bazı noktalarda yüzde 70’lere çıkıyor. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan rakamlar ile karşı karşıya kalıyoruz. Oysa Avrupa’da arsa payı yüzde 25’i geçmez. Sosyal konutta yüzdelerin 10-15’i geçmemesi gerekir aksi takdirde ihtiyaç sahibi konut alamaz” (11 Temmuz 2019, cumhuriyet.com.tr)
* * *
CHP’nin programı da mevcut imar kültürünün değişmesini; kentsel rantı kamuya geri döndürecek bir mekanizmayı hedefler : “.. Kentlerde oluşan değer artışları, saydam bir çalışma ile oluşturulacak kaynağa dönüştürülerek Kentleşme Fonu’na aktarılacaktır. Çeşitli imar uygulamaları ile oluşan bu rant kentte yaşayanların hizmetine sunulmak üzere kullanılacaktır” (s.92)
AKP’nin de bir “rant vergisi” var. Ama bütçe açığını yamamakta çaresizce bir zorlanışı yansıtan acıklı komedi gibi bir şey. Bunu, bazı sanayileşmiş ülkelerin toprağa tasarruf tarzı üzerine konuşmak istediğim bir yazıya bırakmak istiyorum.
* * *
Köprüden otomobil geçiş garantileri, hasta, yolcu garantileri ve dünyadaki fiyatlardan çok daha yüksek fiyatla enerji alım garantileriyle rant yaratma ve bunu da döviz borcuyla, daha Türkçesi hepimizin ekmek alırken bile ödemek zorunda olduğumuz dolaylı vergilerle karşılamak gibi yaratıcı yöntemler(!) konusunda kimse AKP’nin eline su dökemez.
Ama kendisinden başka kimsenin hayırlı bir iş yapmasına, adım atmasına da tahammülü yok.
Bir siyasi iktidar düşünün ki, depremzede hemşerilerini, kış bastırmadan çadırdan kurtarıp sağlıkla barınacakları konutlara kavuşturmayı amaçlayan “bir kira bir yuva” kampanyası gibi son derece insani ve yaratıcı bir kampanya başlatan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanına, “acaba toplanan paralara el konulacak mı kaygısı..” yaşatabiliyor.. Malum, sırf muhalefet partili olduğu için, belediyelerin, salgın kısıtlamalarından gelir kaybına uğrayan yurttaşlara yönelik yardım kampanyasına da -banka hesaplarını bloke ederek- engel olmuştu.
Öyle bir iktidar ki, siyasi husumeti, yurttaşların ihtiyacının karşılanmasından daha baskın.
Bu iktidarı seçimde göndermemiz pek ala mümkün.
Ama şu nasıl olacak: Toprağa rantsal yaklaşımla malul imar kültürümüzü değiştirmeye yönelik program hedeflerini gerçekten hayata geçirebilecek bir siyasi irade var mı?
* * *
Atam, toplumsal ve ekonomik bazı hallerimiz böyle, özetlediğim gibi.
Bu 10 Kasım’da da karşında başımız dik değil.
Derin bir saygı, minnet ve hasretle anıyorum.
Senin sanayileşme hamlelerin ve maalesef gerçekleştirme şansı bulamadığın toprak reformu plânların hâlâ yolumuza ışık tutuyor.
Gu zel bir yazı olmuş.yuregine sağlık.