Sürekli bir tehdit tonuyla bağırıp çağırmak, posta koymak nasıl bir ruh halinin dışa vurumu bilmem. Psikoloji ilmi bilir herhalde.
Bilinen, görünen gerçek şu ki, dışarıda da içeride de ülkenin hayrına sonuçlar vermiyor.
Kendisinin ifadesiyle, Suriye’deki durum “savaş diyebilirim”.
Velev ki Esad, BM’ce tanınan 192 egemen ülkeden birinin başkanı değil de, Suriye halkının başına her nasılsa musallat olmuş bir zalim..
Velev ki BM’de Suriye ordusu diye anılan ordu da “rejim güçleri ve yabancı teröristler”den oluşmuş, “masum sivillere” düşman bir çete..
İyi de, siz böyle düşününce sahadaki yalın gerçek değişiyor mu?
Erdoğan’ın,“.. Şu anda ..İdlib’deki çözüm, rejimin saldırganlığının bir an önce durdurulması .. Aksi takdirde şubat ayı bitmeden biz bu işi yapacağız. ..bu işi zor yoldan yapmamız gerekiyorsa biz ona da varız. ..” (15 Şubat 2020, tr.sputniknews.com) diye atarlanması, Esad’ın İdlib ve Halep operasyonlarının hızını ve istikametini değiştiremedi.
Tersine, M5 karayolunu ve Halep’in Batısını da hızla temizlediler.
17-18 Şubat Moskova görüşmelerinde Rusya’dan umduğunu bulamayınca da, bir durup düşünmeyi denemek yerine bir daha atarlandı Erdoğan:“Rejime ve onu cesaretlendirenlere İdlib’i bırakmayacağız. ..bir gece ansızın gelebiliriz diyoruz. İdlibharekatı an meselesi. Ne pahasına olursa olsun ..” (19 Şubat 2020, gazeteduvar.com.tr)
Ertesi gün İdlib’ten iki şehit haberi daha aldık. Bundan bir gün sonra bir şehit daha. Libya’da da şehit haberi söyleniyor (rahatsız edici bir duygusuzlukla, “birkaç tane”).
Türkiye destekli “ılımlı muhaliflerin”(!) Suriye ordusunu geriletmek için başlattığı saldırıyı püskürttü Suriye birlikleri. Kimin desteğiyle? Rus uçaklarının..
Şubat başından beri İdlib, 15 askerimizi aldı.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Evet, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve -Erdoğan 400 küsur km muradetse de- 200 km uzunlukla donan Barış Pınarı, güney sınırımızdaki ABD-İsrail-PKK terör koridoru tehdidine karşı vatan savunmasıydı. Mehmetçik, bu koridoru büyük oranda akamete uğrattı.
Ama Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı sahalarında Suriye ordusu yoktu, hava sahalarında da Rusya’nın yeşil ışığı vardı.
İdlib’te PKK-YPG yok. Hava sahası yok. Suriye ordusu ise, gözlem noktalarımızı saracak kadar Mehmetçikle burun buruna. Bu koşullarda Mehmetçik neye, kime siper oluyor?
Anladık AKP dış politikası şahin. Ama “şahinin” gözünün, uçtuğu yükseklerden sahadaki durumu doğru okuyamayacak kadar miyop olduğunu fark edip ayaklarını yere bastıracak hiç mi bir makul dinamik çıkmaz bir iktidar partisinden!
Maalesef yakın gelecekte, Erdoğan’ın öfkeyle kalktığı her durumda olduğu gibi, zararla oturan yine ülkemiz olacak gibi görünüyor.
* * *
Peki Suriye’de “şahin” de, depremle kentsel rant arasında sıkışan bizlere gelince nasıl?
“Erdoğan’ın” Kanal İstanbul projesi, Rahmetli Menderes’ten bu yana işleyen alaturka “inşaat ya Resulullah” ekonomisinin kentsel rant oluşturma sürecinin adeta laboratuvarı gibidir.
Önce ileri gelen siyasiler ve arsa spekülatörü sermayedarlar bir alanı göze kestirir.
Tarım alanı, otlak, orman ne olursa, o alanda nesiller boyu yaşayan ve işleyen insanlar, arazi alıcı şirketlerin avukatlarıyla, emlakçılarıyla vb. karşılaşmaya başlar.
Tabii tarlaları, otlakları da arsaya dönüşmeye başlar. Sunulan “cazip” fiyatlara satan satar; satmayanınki de, AKP usulü “acele kamulaştırmaya” uğratılır.
Tarlayken birkaç yıl önce metre karesi zar zor 10 lira olan toprak parçası, örneğin Kanal İstanbul güzergâhındaki Sazlıbosna’da bir de bakmışsınız 700 liraya çıkmış. (bkz. 14 Şubat 2020 günlü time.com, “Land prices are booming in Sazlibosna”) Plânlar, emsaller spekülatörlerin çıkarına göre olgunlaştıkça daha ne olacağını Allah bilir..
Peki bu artış gökten mi iner? Elbette hayır. O alana yapılacak kamu yatırımının yarattığı katma değer, toprağın değerinde böyle belirir. Kamunun parası spekülatöre böyle aktarılır.
Ekrem İmamoğlu’nun tanımı tam da bu işte: “Kanal İstanbul, öyle stratejik bir proje falan asla değil. Kanal İstanbul bir emlak işi. Emlak geliştirme işi. Yani; ‘yaparız, satarız, para kazanırız!’ Bakın bu kadar net..” (1 Şubat 2020, sozcu.com.tr)
Bunun kamuya maliyetine dair rivayet muhtelif. Şimdilik 15 milyardan 45 milyar dolara kadar.. Ekonomik gücü olmadığı için hasarlı, riskli binalarda oturmak zorunda olanlar dahil, hepimizin faydalanacağı fonlar, vergilendirilmediği için bir güzel(!) spekülatöre aktarılır. Bu projenin misyonu, AKP bakış açısından, tastamam böyle.
Sosyal devlet bakışının bir örneği ise İBB yetkilisi Dr. Tayfun Kahraman’ın sözlerinde: “Kanal İstanbul için öngörülen 75-100 milyar liralık para ile İstanbul’da ağır hasar alması beklenen 48-50 bin binanın .. yıkılıp yeniden yapılabileceğine” işaretle, “Kamunun böyle bir kaynağı varsa .. İstanbulluların yaşamı için depreme hazırlık çalışmalarına ayırmak zorunda”. (30 Ocak 2020, sozcu.com.tr)
* * *
Tunç Soyer de, sorunlu yapı stokuna işaretle şu uyarıyı yapıyor: “Bu yapılarla ilgili kentsel dönüşüm ve başka düzenlemeler adı altında mutlaka çare üretmek mecburiyetindeyiz .. Ancak bazı göstergeler var ki ürkütücü tablolar sunuyor. Biz belediyeler olarak devletin vergilerinden pay alıyoruz. Her geçen ay bu kaynaktaki düşüş …hepimizin farkında olması gereken bir durum.” (28 Ocak 2020, sozcu.com.tr)
Yani AKP, belediyelerin genel bütçe gelirlerindeki paylarını buduyor. Bununla da kalmıyor, Kanal İstanbul gibi projelerden ortaya çıkacak maliyeti de, valilikler üzerinden, onlara yüklemeye bakıyor.
Gerçekten de, deprem riski altında yaşayan “hepimizin farkında olması gereken bir durum”!
CHP’li belediyeler, çoğunda dar gelirli yurttaşların yaşadığı, ülke çapında 7 milyona yakın (300 binden fazlası İzmir’de, 700 binden fazlası İstanbul’da) riskli yapıda acil kentsel dönüşüm ihtiyacına “çare üretmek mecburiyetinde” hissediyor kendini.
AKP ise, belediyeleri, Kanal İstanbul güzergâhında arsalar kapatan Arap ve Türk şirketlerine yaratılacak kentsel rantın finansmanına mecburi ortak yapmaya bakıyor.
AKP’nin net sınıfsal tercihi böyle.
Demek ki sosyal adaletli bir siyasetin sandıkta iktidar olabilmesi şart.
* * *
Rahmetli Ecevit, toplumumuzdaki bu rant hastalığı konusunda, 1985 DSP Programı ile uyarmıştı bizi: “.. geleceği öngörmeksizin savrulan bir ekonomi, hele spekülatif kazanç kapılarının ardına kadar açık bulunduğu ..bir ortamda, sağlıklı yapısal değişikliklere yöneltilemez. Ölü yatırımların, o arada taşınmaz mala yatırımın çekiciliğini sona erdirmek .. bu açıdan gereklidir..” (DSP Program kitapçığı, s. 83)
CHP de, kentsel rantın “spekülatif kazanç kapısı” haline getirilmesini önlemenin ve halka kamu hizmeti olarak geri dönmesini sağlamanın somut bir yöntemi olarak “Kentleşme Fonu” adını verdiği bir vergilendirmeyi öngörür: “Kentlerde oluşan değer artışı kamu yararına sunulacaktır: Kentlerde oluşan değer artışları.. Kentleşme Fonu’na aktarılacaktır. Çeşitli imar uygulamaları ile oluşan bu rant kentte yaşayanların hizmetine sunulmak üzere kullanılacaktır” (CHP Programı, s. 92)
AKP’nin Kanal İstanbul inadı, dış politikada olduğu gibi, rant siyasetinde de, spekülatör lehine şahin mi şahin olduğuna işaret..
Ama iş, bütçe zorlamasıyla “rant vergisi” koymaya gelince de ürkek serçe..
Şöyle ki, bir taşınmaz spekülâtörü,şayet kendisi başvurarak plan değişikliği talep ederse, arsasının, bu plân değişikliği ile kazanacağı değer artışı kamuya aktarılacak.
Peki, kendisi başvurmak yerine plân değişikliğini belediyeye veya bakanlığa yaptırmanın bir yolunu bulursa -ki bulacağı kesin- değer artışı ne olacak?
Hiçbir şey. Plân tadilatıyla gelen değer artışı, son kuruşuna kadar spekülatörün..
* * *
Belediyelerimiz ve muhalefet partileri, halkın deprem güvenliği ve işsizlik problemi ile rant politikaları arasındaki ilişkiler-çelişkiler üzerine halkı aydınlatmayı başardığı oranda halkın seçim tercihi de değişecektir.
Onun için, İmamoğlu’nun söylediği gibi, bıkmadan usanmadan, halkla “.. Depremi konuşacağız. Yüz binlerce insanın canını konuşacağız, malını konuşacağız. Bu ülkenin ekonomisini konuşacağız” (1 Şubat 2020, sozcu.com.tr).