Ardı ardına şehitlerimizi ebediyete uğurladığımız şu günlerde, ülke yönetiminde belirleyici olan fevriliğin endişe verici bazı tezahürlerini paylaşacağım.
29 Kasım 2 Aralık Arasındaki Hızlı Değişim
Tam Suriye politikasındaki eski yanlışlardan dönüleceği izlenimi belirmişti ki, Erdoğan bomba gibi bir açıklama yapıverdi: “.. Suriye’ye Özgür Suriye Ordusu ile .. girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? .. zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil” (29 Kasım 2016, bbc.com/turkce)
Rus yetkililerden yanıtlar/uyarılar gecikmedi.
Kremlin sözcüsü Peskov: “.. Bu, çok ciddi bir açıklama. .. öncekilerle çeliştiği gibi, silahlı güçleri Suriye’de meşru biçimde bulunan tek ülke olarak bizim durumu anlayış biçimimizle de çelişiyor. Biz Suriye’nin meşru hükümetinin talebi üzerine oradayız. Bunu anlamak çok önemli” (30 Kasım 2016, tr.sputniknews.com)
Rusya’nın mesajı yoğundu. Ama, Suriye’deki varlığımıza dair vermek istediği ders, bir Uluslararası İlişkiler öğrencisinin de kolayca anlayabileceği kadar netti.
Bir diğer yetkili de “savaş” sözünü bile etmekten sakınmayan Dışişleri Bakan Yardımcısı Bogdanov idi: “Eğer Erdoğan savaş istiyorsa, elbette bu durum söz konusu anlaşmalarla çelişir” (30 Kasım 2016, tr.sputniknews.com)
* * * *
Yazık ki, Rusya ile iyi giden ilişkileri tehlikeye atan o fevri sözün etkisini tamir için geçen kısacık süreç, ülkemiz için pek yüz ağartıcı olmadı.
Rusya’nın yumuşak görünen sert uyarılarıyla aynı gün, Milli Güvenlik Kurulu, Fırat Kalkanı’nın,(ABD ve Rusya’nın zımnen onayladığı) amacını tekrarladı: “Fırat Kalkanı Harekatı’nın temel hedefinin, hudut güvenliğimizin sağlanması, .. DEAŞ ve diğer terör örgütlerinin bölgeden .. temizlenmesi olduğu..”nu bir kez daha açıkladı (30 Kasım 2016, tr.sputniknews.com)
Bu mesajla da, aslında, dolaylı bir ifadeyle, Fırat Kalkanı’nın “Esed’in hükümdarlığına son vermek” gibi bir amacı yok demiş olduk.
Ama muhataplarımız, ihtimal dolaylı açıklamalarla yetinmemiş ve krize yol açan sözlerin sahibinden bizzat teyit beklemiş olmalı ki, Milli Güvenlik Kurulu’nun açıklamasından bir gün sonra, Erdoğan da: “..Fırat Kalkanı Operasyonu’nun hedefi de herhangi bir ülke, kişi değil sadece terör örgütleridir. Defalarca dile getirdiğimiz bu hususta hiç kimsenin şüphesi olmasın..” dedi. (1 Aralık 2016, hurriyet.com.tr)
Erdoğan’ın “şüphesi”ni gidermeye çalıştığı “hiç kimse..”, herhalde bizler değildik..
Sonuç bu olacaktıysa, artık ABD’nin bile açıkça telaffuz etmekten kaçındığı, “Esed’in hükümdarlığına son vermek” niyetini, üstelik yerine getirilemeyecek bir niyeti dillendirmek, devlet adamı sorumluluğuyla bağdaşır mı?
Ülkemi dünyada temsil makamında olan birinin, dışarıda, “Erdoğan’ın sözlerine derin şekilde takılmamak lazım. .. bir özelliği vardır: Erdoğan önce söylüyor, sonra düşünüyor..” formatında algılanması, ülkemin itibarını zedelemiyor mu? (2 Aralık 2016, tr.sputniknews.com)
Kimlerle Dans Ettiğini Unutmanın Ağır Bedeli
Peşin belirteyim, IŞİD ve PYD/PKK terör kuşağına karşı askeri bir harekat, bizim sınır güvenliğimizin gerektirdiği bir hak. Yani Fırat Kalkanı Operasyonu elbette haklıdır.
Ama, rahmetli Ecevit ve Erbakan’da Kıbrıs savaşında bile görmediğimiz hamasetin Erdoğan ve hükümet cenahında fazlasıyla olduğunu görmek endişe verici.
Esad rejimi de dahil, sahadaki ana aktörlerle, akılcı ilişki ve uzlaşılar kurmadan atılan bodoslama adımların, maddi ve manevi ağır maliyetleri oluyor.
Suriye’de Rusya ile girdiğimiz yeni dostane ilişki süreci çok doğru ve haklı.
Ama bu, uçak olayı gibi, elçisini koruyamamış olmamızı da not etmelerine engel mi?
Biz, geçmişte 21 ülkede 42 diplomatımızın şehit edilmesini unuttuk mu ki?
Dahası, Fırat Kalkanı Harekatı’na sınırsız destek vermediği de, yukarıda alıntıladığım iki günlük polemikte bile yeterince açık görünüyor.
Yıllarca “Esad gitmeli” stratejisinde ortaklık ettiğin, şimdi, PYD/PKK terör örgütleri üzerinde -gayet haklı olarak- ayrıştığın ABD ile olan çetrefilli sorunları, dışişleri normal diplomatik kanallarla yöneteyim diye çabalarken, Cumhurbaşkanlığı bunları “muhtarlar toplantıları” veya “açılışlar”ın medyatik ortamlarında, öfke ve hamasete meze yapsın (oya tahvil edeceğiz ya!).
Sonra -yine haklı ve doğru olarak- Halep’te ve daha geniş çaplı Suriye ateşkesi meselesinde ABD’nin küresel rakibi Rusya ile işbirliği yap.
Eee ABD de yılların küresel hegemon gücü. Bunları not etmesin; sana karşı görünmez “kırmızı çizgiler” çizmesin. Bu mümkün mü?
* * * *
İşte bu çerçevede, El Bab’da 16 şehit birden vermemiz, insana, İsmet Paşa’nın “büyük devletlerle ilişki ayıyla yatağa girmeye benzer” deyişini hatırlatıyor maalesef.
Nitekim, orada, ABD’nin güya IŞİD karşıtı “Koalisyon Güçleri”, El Bab noktasında, bize hava desteğini kesmiş. (Erdoğan’ın ifadesiyle “.. hepsi ortadan kayboldu”)
ABD, PKK/PYD ile yürüttüğü Rakka operasyonunu -ne tesadüf ki(!) o günlerde- biraz askıya almış. Uzmanlara göre bu, El Bab’a, yani Mehmetçiğin bulunduğu yere Rakka’dan terörist militan takviyesine olanak sağlamış.
Ve sonrası, çok kanlı bir kapan gibi: “.. o gece .. El Bab’da şehit düşen Binbaşı Bülent Albayrak ve arkadaşlarının yaptıkları mücadele işte o konuşmalarda. Telsizden yankılanan o cümleler ‘Komutanım vur vur bitmiyorlar’dı. Evet o gün koalisyon güçlerinin, PYD’nin ve Esad güçlerinin gözü önünden geçerek gelen bu örgüt mensupları vurmakla bitirilemedi” (M. Yarar’dan aktaran gazetevatan.com, 26 Aralık 2016)
* * * *
Ülke bir varlık yokluk tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, elbet savaş da, şehitlik de kaçınılmaz olur.
Lakin, son günlerde sıkça dillendirilen “beka sorunu”, gerçekten ulusun varlık yokluk sorunu mu, yoksa kimlerle dans ettiğini profesyonelce okuyamayan bir “tek adam” iktidarının “beka sorunu” mu? İşte bu tartışma götürür.
ABD, Rusya, İngiltere özel kuvvetlerinin yıllardır Suriye’de verdiği toplam kayıp, Mehmetçiğin o bir gecede verdiği şehit sayısına ulaşmış değil.
Bizim cenahta bir şeyler çok yanlış gidiyor; bu da çok ağır bedellere yol açıyor vesselam.