İnsanlığın dünyayı düz ve çok sınırlı bir coğrafya olarak algıladığı; “beyaz adam”ın Amerika kıtasını bilmediği günlerden bu yana giriştiği hegemonya savaşlarının bir listesini çıkarmayı denesek, herhalde ciltler dolar.
“Barış” denen dönemler ise, sayısız savaşlarımız arasındaki “teneffüs” aralığı gibi.
Bugün Rusya’nın “askeri operasyon” dediği, ama hepimizin bildiği üzere bal gibi savaş olan Ukrayna hadisesi de ABD’nin hegemonya dayatmasına Rusya’nın bir yanıtı.
Son bir aylık yoğunluğum arasında bu hadisenin ardını önünü, anlamaya çalışırken bizim yazılı-görsel medya da çok şaşırtıcıydı. Takım taraftarları gibi; ABD’den daha “Amerikancı”, Rusya’dan daha “Avrasyacı” klişe yorumlar da boy boy maşallah.
Nereden baktığınıza göre, hadise, doğru, yanlış, acımasız, alçakça vs. bulunabilir; bir insani trajedi yaşandığı çok açık.
Ama ülke olarak bizim geleceğimize de ciddi etkilerini hissedeceğimiz bir küresel düzen değişimi sürecinin eşiğinde olduğumuzu da söylüyor bu savaş.
* * *
Aslında bu süreç 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya girişiyle başlamış değil.
Sovyetlerin dağılması sonrasında Rusya ile inişli çıkışlı bir flört yaşayan NATO’nun, kendince “gerekli olan her yerde” ve “BM yetkisi aranmaksızın” operasyon yapabileceğini ilan ettiği 2002 Prag zirvesini hatırlamakta yarar olabilir.
“Uluslararası hukuk” denen şeyin kuralları maalesef büyük askeri güçlerin “ben yaptım oldu”larıyla biçimleniyor.
Nitekim NATO da, Yugoslavya’yı, Prag zirvesinden üç yıl önce, “BM yetkisi” aramadan çoktan bombalamaya başlamış ve Kosova’yı koparmıştı bile. 2002’de “hukukunu” kuruyordu.
Bu olay Rusya için travmadır. O yıllarda NATO’nun Çin Büyükelçiliğini bombalamasının Çin’in “intikam” listesinde nasıl önemli bir yer tuttuğu da internette kolayca izlenebilir.
2002’den iki yıl sonra, NATO’nun 2004’te (ki ABD ve müttefiklerinin Libya ve Suriye’de “iç savaş” başlatmasına daha yedi yıl vardı) İstanbul zirvesinde belirlediği “yeni” hedefler de Rusya ve Çin için dönüm noktalarının bir başka aşaması sayılır.
İstanbul zirvesinde NATO, stratejik ilgi alanını resmen gelenekselinin dışına; Orta Asya, Kafkasya ve Karadeniz bölgesine de genişlettiğini ilan eder.
Bunları, hegemonya savaşlarının tarafı olan büyük devletlerden falancanın yaptığının haklılığına veya filancanın haksızlığına mazeret olsun diye hatırlatmıyorum elbette.
Hegemonya savaşlarının vicdanla ilgisiz soğuk dinamiklerine bir hatırlatma babından.
NATO’nun “ilgi alanlarına” dair “yeni” kararını ilan ettiği 2004 İstanbul zirvesine dönersek; bu zirve Haziran’daydı. Rusya’nın cevabı gecikmedi; Temmuz’da da Rusya, “yeni” bir askeri doktrini, Rusya’nın “Gerekli görülen hallerde, ülke sınırları dışında önleyici askeri vuruş ve eski Sovyet cumhuriyetleri sınırlarında askeri güç kullanma hakkını ..” koyar masaya.
Sonrası malûm; “renkli devrimlerle” NATO’ya heveslenen sınır komşuları; önce Gürcistan (2008), sonra Ukrayna (2014 Kırım, 2022 son operasyon) Rusya’nın “önleyici askeri vuruşuna” maruz kalırlar..
Kosova nasıl Rusya için travma olduysa, Kırım da ABD-Batı için büyük bir travma oldu.
* * *
Peki ne oldu şimdi? İnsanlık olarak boyumuz mu uzadı? Olan Ukrayna halkına oluyor.
NATO’nun, Gürcistan’dan sonra Ukrayna’yı da bünyesine katma kapasitesine -en azından şimdilik- sahip olmadığı görülüyor.
Değil bünyesine katamadığı bu ülkeleri korumak, tarihinde bir kez ABD için (Afganistan macerası uğruna) uygulayabildiği meşhur “5. Madde”sini, daha önce bünyesine kattığı Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi ülkeler için kullanabilme iradesi de şüpheli halde şimdi.
Ukrayna cumhurbaşkanının çaresizlik içindeki haykırışlarını video konferans ekranlarında izlerken alkış tutan ABD; Alman, İtalya vb. meclislerinin, talep ettiği hava desteğini sağlamaktan ne kadar aciz kaldıklarını, Zelenski bile acı acı gördü.
* * *
Zelenski’nin NATO’dan yana yakıla “uçuşa yasak bölge” kurun talebi, biçarenin NATO’ya saf saf inandığını gösteriyordu.
Ama bay Zelenski’nin, NATO’nun, Rusya’ya rağmen bunu yapamayacağını anlaması için halkının bugünkü insanlık dramını yaşaması mı gerekiyordu? Ne çare ki yaşatıyor işte.
Polonya üzerinden Ukrayna’ya uçak desteği fikrinin çıkmasıyla sönmesi bir oldu.
ABD dışişleri bakanı, “Polonya’dan Ukrayna’ya savaş jetleri transfer etme seçeneği üzerinde ‘aktif olarak çalıştıklarını’ söyledi”
Neyse ki Polonya, karşılaşacağı tehlikeye çabuk uyandı. Kurnaz bir diplomatik manevrayla, “envanterindeki tüm MİG-29 uçaklarını derhal ve ücretsiz olarak ABD’nin Almanya’daki Ramstein Hava Üssü’ne taşımaya ve ABD hükümetinin emrine vermeye hazır olduğunu” söyledi.
Yani, “ocaktaki bu sıcak patatesi” ben tutamam, buyurun siz (ABD-Almanya, siz) tutun dedi.
Ve ABD dışişleri bakanlığının “aktif olarak” çalıştığı bu konu da rafa kalktı.
Zira, Rusya dışişleri bakan yardımcısı, “yaptığı açıklamada Batılı ülkelerin Ukrayna’ya gönderdiği silah konvoylarının Rus ordusu için ‘meşru hedef’ olduğunu söylemişti”
Şimdi bunun “hukuki” veya “meşru” olmadığı TV’lerde uzun uzun tartışılabilir tabii. Ama yukarıda da söylendiği gibi, “uluslararası hukuk” denen şeyin kuralları maalesef büyük askeri güçlerin “ben yaptım oldu”larıyla biçimleniyor.
Nitekim Rusya, Ukrayna’nın en batısında NATO’nun en doğusunda iki hedefi; Polonya sınırındaki Yavoriv’de NATO eğitim üssünü ve Romanya sınırında Ivano-Frankivsk’de bir yer altı füze ve mühimmat deposunu vurarak NATO’ya iki mesaj göndermiş olabilir.
Birincisi, Rusya’nın “meşru hedef” uyarısının ciddi olduğuna işaret.
İkincisinde hipersonik Kinjal füzesi kullanılması, Ukrayna’dan daha uzun menzilli bir mesaj: Putin, Mart 2018’de tanıtırken, bu füzelerin (Kinjal ve Zirkon) “dünyadaki herhangi bir noktayı vurabileceğini ve ABD füze savunma sistemlerinin bu füzeler karşısında etkisiz kalacağını” söylemişti; şimdi bu uyarıyı da asıl muhataplarına hatırlatmak istemiş olabilirler.
ABD Uzay Kuvvetleri Uzay Operasyonları İkinci Komutanı General David Thompson da Politico haber sitesine, açık yüreklilikle “Hipersonik programlar bakımından Ruslar ve Çinliler kadar ileri düzeyde değiliz” demişti.
Bu gibi açık kaynak itiraflarına bakılırsa, ABD de bunun farkında.
* * *
Şu son jeopolitik girdapta, başta ABD, Batı, Rusya, Çin olmak üzere pek çok ülke yönetimi, aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık pozisyonunda, kendince “onurlu çıkış” arayışında.
Ama aslında gezegenimize karşı tüm insanlığın onurlu bir çıkışa şiddetle ihtiyacı var.
* * *
Şimdilik ağırlıkla ABD-Rusya ve ABD-Çin arasında cereyan etmekte olan bu hegemonya savaşlarının yatışması, aklıselimin galip gelmesi, tüm insanlığın selameti açısından zorunlu. Aksi tüm dünya için felâket olacağa benzer.
Ekonomik sonuçlarıyla, üzerine henüz füze yağmayan halkları da eziyor bu.
Onun bunun yörüngesinden bağımsız olabilmenin, kendi ayakları üstünde durabilmenin çarelerini aramamız, bu koşullarda, her zamankinden daha büyük bir önem kazanıyor.
Bakın günümüz hegemonya savaşlarının -askeri bir süper güç olarak- birinci derecedeki aktörlerinden olan Rusya bile bu ihtiyacı nasıl derinden hissediyor.
Rusya Dışişleri bakanı Lavrov’daki kararlılık ve inanca dikkat lütfen: “Bir daha asla Batılı ortaklarımıza bağımlı olmayacağız. .. Öyle bir tedbir alacağız ki, .. Hiçbir kesim, ekonomimize karşı adım atamaz hale gelecek. Hayatımızın, halkımız için belirleyici olan alanlarında bir daha asla Batı’ya bağımlı olmamak için her şeyi yapacağız”
Biz böyle bir kararlığı, çok şükür ki kimseyle savaşmak zorunda kalmadan, Atamızın “yurtta sulh, cihanda sulh” ikliminde göstermiştik ve yapmıştık da: Atatürk’ün Planlı Sanayileşme sürecinde! Ki 1930 – 1946 dönemi Türkiye’nin dış ticaret fazlası verdiği yegane dönemdir.
Yine yapabiliriz.