Oy sandığında ülke yöneticilerine ister “evet” desin ister “hayır” desin; görüşü ister “milliyetçi” ister “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almak” olsun; ister Müslüman ister Hıristiyan, isterse ateist olsun fark etmez, bir ülkenin cahil-alim-zengin-yoksul tüm halkı hiç şüphesiz yerli ve millidir.
Vatandaşlığın “gayri milliliği” diye bir şey olmaz. Bu seçime tâbi bir şey değil.
Ama ülke yöneticilerinin politikalarının yerlilik ve milliliği pekâlâ tartışılır.
Siyasi yönetimler seçime tâbi.
Onun için, kendi vatandaşları arasında şimdi de “millilik”-“gayri millilik” ayrımcılığı yapan bir siyasi yönetim, bu kavramlar üzerinden incelenmeyi de hak eder.
* * * *
Yakın geçmişte “Kürt açılımı” ile başlayıp “çözüm süreci” ile devam eden politikalar “yerli ve milli” miydi?
Veya ne kadar milli, ne kadar yabancı politikaların etkisindeydi?
Mesela Atlantik Konseyi (acus.org), ABD devletinin savunma, dışişleri, CIA gibi kurumlarının hizmetindeki akademisyen ve diplomatların bir “düşünce kuruluşu”(!)
Ve bunun önde gelen bir elemanı olan Amerikalı akademisyen diplomat David L. Phillips’in AKP’nin “çözüm süreci” içinde aktif olarak yer aldığı çok yazıldı, çizildi.
Hürriyet gazetesinde, kendisiyle beş yıl önce yapılan röportajda, PKK’ya nasıl bir af çıkarılacağını basına bu Amerikalı anlatıyor, hatta “Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun bilgileri sağlamak için âkil insanlarla işbirliği içinde ..” olduğunu da söylüyordu. (11 Mayıs 2013)
“Arabistanlı Lawrens” özentisi bir “diplomatın” ne işi olabilirdi bu süreçte?
Şayet AKP’nin “yerli ve milli” çözüm süreci, “uygun bilgileri” ABD’lilerce sağlanan bir süreç değildiyse..
O süreçte “PKK ile gizli kapaklı işler yanlış” diyeni “analar ağlasıncı” olarak yaftaladı AKP.
Oysa bu sürecin, AKP hükümetinin “kandırılmasıyla”, PKK’nın rahatça yığınak yapmasına göz yumulmasına ve sonunda daha çok ananın ağladığı “hendek savaşları”na kapı açtığını herkes biliyor.
* * * *
Peki ya Barzani’nin, AKP hükümeti nezdinde terfi süreci? O da hatırlanmaya değer.
Sahadaki Rusya duvarını, Türkiye, İran ve artık kendine gelmeye başlayan Irak’ın direncini aşamayan ABD’nin satışıyla son anda direkten dönen “Bağımsız Kürdistan” macerası!..
Türkiye Barzani’nin “bağımsızlık” kararını son kertede reddetmeden önce, hükümetin Barzani’yi, tehlikeli bir “Kürt devleti” provokatöründen, dost bir “devlet başkanı” statüsüne terfi ettirdiğini herkes biliyor.
AKP’nin bu terfi ettirme süreci bir yabancı projeyle pek paralellik gösterir.
Yukarıda adı geçen Atlantik Konseyi var ya, işte onun bir projesiyle tam uyumlu.
Projenin adı bile o değişimi anlatıyor: “Confidence Building Between Turks and Iraqi Kurds” (Türkçesi: “Türklerle Irak Kürtleri Arasında Güven İnşası”)!..
O günlerde hükümetin Barzani’ye yaklaşımı, tam da bu projeyle amaçlanan “Güven İnşası” kıvamına gelmişti.
Öyle ki, 2014’te, AKP artık, “Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimalinin devlet erkini eskiden olduğu gibi rahatsız etmediğini..” söyler hale gelmişti.
Öyle ki, örneğin Financial Times, AKP Genel Başkan Yardımcısının bu sözünü, “Türkiye bağımsız Kürdistan’ı tanıma sinyali verdi” diye yansıtıyordu.
Peki, bu projenin editörü kim?
Yukarıda adı “çözüm süreci” içinde geçen aynı zat: David L. Phillips!..
Kısacası, AKP hükümetlerinin “yerli ve milli” dediği politikalarının; “çözüm süreci”nin ve Barzani yaklaşımının uçları, Ankara dışında, Atlantik ötesinde birleşiyordu.
CHP eski lideri Baykal da, bu politikaların aslında Amerikan projesi olduğuna işaret etmişti.
* * * *
Peki, ya Suriye politikası ne kadar “yerli ve milli” sayılır?
Herkesçe bilineni Saadet Partisi lideri de, kısa ve öz olarak özetlemiş:
“.. Suriye hadiseleri başlarken ve sadece o zamanki Amerika’nın başkanının artık Esad yürüyen bir cesettir demesiyle gaza geldik ve Suriye’yi bugünkü hale getiren dış politikayı tatbikata koyduk. Bugün başımıza gelen sıkıntı o zaman yapılan yanlışlıklardan geldi, bunu unutmayalım. ..”
AKP dış siyasetinin Suriye sınırımızda PYD-PKK (ve ABD) üslerinin oluşmasındaki katkıları büyük olsa da, artık “keşke” deme eşiğini geçtik.
TSK’nın mevcut sınır ötesi harekâtları artık bir tercih değil, zorunluluk.
Mehmetçik de, neresi gerekiyorsa orayı, canı pahasına temizleme görevinden kaçınmıyor.
Ama ihtiraslar, gayri milli (Amerikan) tahriklere kapılıp, akla galip gelmeseydi bugün Suriye sınırımızda PYD-PKK tehdidinin olmama ihtimali pek âlâ vardı.
Onun için, seçim sandığına giderken, Karamollaoğlu’nun da dediği gibi, gerçekten “.. bunu unutmayalım”..
* * * *
Afrin harekatı, sınır ve iç güvenliğimizi korumak amaçlı.
Ama şimdiden ilginç yan etkiler de yaratmaya başladı.
ABD’nin, Barzani’nin “bağımsızlık referandumunu” tanıyamaması nedeniyle Peşmerge nezdinde yaşadığı itibar kaybı, PYD-PKK teröristlerini Afrin’de, Türkiye’den koruyamadığı için, Fırat’ın doğusuna da sıçramış gibi görünüyor.
Geçen hafta, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki terörist “partneri” SDG’nin, 1700 adamını Deyr Ezzor’dan Afrin’e kaydıracağı söyleniyordu.
Bunun ABD’ye rağmen mi, ABD’nin yönlendirmesiyle mi olduğu pek net değil.
Birinci halde, yeni kurulan Türkiye-ABD çalışma komitelerinin Suriye ile ilgili olanında, “partneri” tarafından -kısmen bile olsa- terk edilme riski, ABD’nin, Mümbiç konusundaki elini haliyle biraz zayıflatacak.
İkinci halde ise ABD’den örtülü veya açık oyalama ve güç deneme entrikaları beklenebilir.
Bunlar, açıklama yapılırsa resmen, yapılmazsa sahadaki gelişmelerle belli olacak nasılsa.
* * * *
Bu arada ABD’den yaptırım imaları var; özellikle Rusya’dan S-400 alımına karşı.
Gerçekleşirse, AKP’nin yarattığı ekonomi yapısı, yaptırımları sarsılmadan karşılayabilecek kadar sağlam “yerli ve milli” temellere sahip mi?
Yoksa, alacaklılarımız olan ABD, Almanya vb. gibi ülkelerin finansal kurum ve kurallarına, makulün ötesinde tek yanlı bağımlılık var mı?
AKP’nin propaganda düzeyindeki “ekonomik mucize” safsatalarından ayrı olarak üzerinde düşünülmesi, tartışılması gerek.
Bu da başka bir yazının konusu olsun.