Son birkaç haftadaki referandum çalışmalarında, “hayır” kampanyası yürütenlere karşı çıkarılan engellere, tehditlere, medyada uygulanan haksızlıklara bakınca, ülke yönetiminde hakim olan zihniyete “hayır” demek bile yetmeyecek gibi görünüyor.
Üslup düzeyinin yerlerde süründüğü referandumun sonucu ne olursa olsun, ayrıştırıcı ve kapasitenin çok üstünde maceracı heveslerle malul; kendi vatandaşlarına hoyrat, küresel güçlerin tehditlerine karşı –efelenirken bile– zayıf bir yönetim anlayışına bakınca, “hayır” çıkması halinde bile ülkenin sorunları azalmak bir yana, artacak gibi..
* * * *
“Ben Ne Diyorsam Sen Ona Bak”
Bahçeli, nasıl “anayasa değişikliklerini” beklenmedik bir zamanda gündeme düşürdüyse, en önemli değişikliklerden birine de, beklenmedik bir anda ışık tuttu.
Zaten konuşuluyordu, anlatılıyordu.
Ama, Erdoğan’ın bir danışmanının “eyalet sistemi” ima eden sözlerine haklı tepkisiyle, Kamuoyunun “eyaletlere bölünme” olasılığına daha bir odaklanmasını sağladı.
Dikkatler de haliyle 123. maddedeki değişikliğe odaklandı.
Mevcut hüküm, “Kamu tüzelkişiliği ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” der.
TRT’den Milli Piyango’ya, TÜBİTAK’a kadar pek çok kurumu içeriyor “kamu tüzelkişiliği”. Ama tartışmaların odağındaki kamu tüzelkişilikleri, “Belediyeler, İl Özel İdareleri, Köyler”
Anayasa, idarenin bu alandaki tasarrufunu, “ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye” yani TBMM’ye tabi kılıyor.
Aynı maddenin değiştirilen versiyonu ise, “Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” diyor.
Yani “kanunla” yani TBMM oylamasıyla da olabilir, ama Cumhurbaşkanlığı makamındaki kişinin “kararnamesiyle” de pekala “kurulur” diyor.
Yani o kişiye, kağıt üzerinde, belediyeler ve il özel idarelerini düzenleme yetkisi veriliyor.
* * * *
Peki pratikte bu olasılık sıfır mı?
Erdoğan, “Danışmanımın bir açıklaması olmuş, almışlar onu çarpıtmışlar..” (“çarpıtan” da herhalde Bahçeli oluyor) diyerek, ona değil, bana bakın diyor: “Ben ne diyorum, sen ona bak. Böyle bir şey yok, benden duydunuz mu? Yok..”
Demek Erdoğan’a göre, öyle bir olasılık yok. Bunun garantisi Erdoğan’ın kendisi oluyor..
Ama ah biz evhamlı vatandaşlar yok muyuz?
İnsanın aklına, bize ağır bedeller ödeten aldanma veya aldatılabilme örnekleri düşüveriyor.
“Çözüm süreci” ve FETÖ süreçlerinde “bazı tuzakları fark etmekte geç kaldığı..” bilinen bir kimseye verilen -ve bir meclis onayına ihtiyaç göstermeyen- yetki karşısında endişeye mahal yok mu?
Erdoğan’ın garantisi kendisi; “..benden duydunuz mu? Yok..” dedi mi gerisini merak etmeyeceğiz(!)
İyi de, “Eyalet sistemi getirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı .. yeniden düzenlenmelidir..” gibi enteresan görüş sahiplerinin danışman olarak seçilmesi ve sonra karşımıza “Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” şeklinde bir anayasa değişikliği ile çıkılması çok mu normal?
Türkiye Akademisyen Fantezilerinin “Deneme Yanılma Tahtası” mı?
Bahçeli’yi kızdıran danışman anayasa profesörüne soruyor Ahmet Hakan: “Bu deneme yanılma tahtası mı?”
El cevap: “Netice itibariyle bilmediğimiz bir sisteme geçiyoruz biz”
E, hani propaganda videoları çok netti, “Türkiye’yi uçuracağına”, “huzur ve rahatlama olacağına” emindi hükümet?
Oysa bakın “bilmediğimiz bir sistem…”
Bu durum bizde kaygı uyandırıyor. Nitekim A. Hakan da “peki risk yok mu” diye soruyor.
El cevap: “.. Çıkıyorsunuz hiç bilinmeyen bir şeyi, hem de bundan bir sene önce kamuoyu yoklaması yaptığınızda halkın yüzde 25’inin desteği var. Siz bunu gündeme getiriyorsunuz. .. Risk her zaman vardır. Keyfi orada”
Yüzde 25 destekle yola çıkıp, halkın üstünde “toplum mühendisliği” deneme yanılmaları, büyük düşünüre(!) “keyif” verebiliyor demek.
Eh, “eyalet sistemi” de niçin denenmesin, sonuçta “riskin de keyifli tarafı” var(!)
* * * *
Bir süre bir başka büyük düşünürün(!) “stratejik derinlik” teorilerinin deneme yanılma tahtası oldu bu ülke, bedelini hala, çok pahalı bir şekilde ödüyoruz.
O da şimdikiler gibi, “başdanışmanlık” yoluyla inmişti akademiden biz faniler laboratuarına..
Hepsini atayan, hepsinden etkilenen de Erdoğan..
Evet, “ülkemi adeta bir şirket yönetimi anlayışıyla yönetmek istiyorum” diyen Erdoğan.
Bu “şirket yönetimi anlayışı”, 2016’da bize, yuvarlak hesap 56 milyar dolar dış ticaret açığı verdirdi.
İç politikada güç gösterileri uğruna aramızı bozduğumuz ve büyük ihtimalle PKK terör örgütünü arkalayan Almanya ise, bizim açığımızın 4 katından daha çok (270 milyar dolar) ticaret fazlası vermiş.
Hangi tür “bir şirket yönetimi anlayışıyla” başarıyorlar da bunu yapıyorlar, bu ayrı konu.
Şimdi Almanya başta olmak üzere, kendilerine fena halde borçlu olduğumuz pek çok ülkeyle de aramız limoni malum.
Ve hepsinin, içinde bulunduğumuz bölgeye dair ince, jeopolitik mühendislik hesapları var.
Ellerinde de alacaklı senetleri.
Bakın geçen Kasım’da “Lüksemburg Dışişleri Bakanı .. Türkiye’deki yatırımların yüzde 60’ının da Avrupa Birliği’nden geldiğini belirterek, ‘Bu büyük bir baskı aracı ve belli bir noktadan sonra bu baskı aracını kullanmaktan kurtulamayacağız’ dedi. .. Almanya hükümet sözcüsü .. ise yaptırım tartışmalarına katılmadıklarını, ancak bunun gelecek için de tamamen ihtimal dışı tutulacağı anlamına gelmediğini belirtti.”
Nitekim bu “ince” tehditten 4 ay kadar sonra, Avrupa ile malum gerginlikler sırasında, Almanya Maliye bakanı, “ekonomik yardım konusunda Türkiye’yle çalışmaya devam etmenin zorlaştığını” söyleyerek, bu para sopasını kullanmalarının “ihtimal dışı” olmadığını bir kez daha hatırlattı.
Ellerindeki bu “baskı aracını”, bizden, jeopolitik hesaplarına uygun gelen “kamu tüzelkişiliği” düzenlemeleri istemek için kullanmalarına mani var mı?
Hem de bir parlamento onayına gerek duymadan; “veya Cumhurbaşkanı kararnamesiyle..” yetkisine sahip bir kişiyi “ikna etmek” imkanları olursa..
Onun için 123. Madde önemli.
* * * *
Mamafih, ülkemizin geldiği noktadan tekrar düze çıkabilmesi için, öyle görünüyor ki, çok daha fazlasına gerek var.
Ekonomik, sosyal ve hukuki çok kapsamlı reformlara; bunun için tüm toplumumuza önderlik edebilecek kapsayıcı bir siyasi irade oluşumuna ihtiyaç var.
İşte tam da bunun için, “hayır, ama yetmez”!..