Her ne kadar sofrası et-süt-peynir gibi temel gıdalardan giderek daha mahrum hale gelse de “vatandaşın daha ucuz ve sağlıklı beslenmesine katkıda bulunmak için” saçını süpürge edip, canlı hayvan ve et ithalatında ve ithalatçı şirketlerin kârlarında rekorlara imza atan Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, bu hizmetle(!) yetinmiyor.
Türkiye’yi, dünya gelişmişlik liginde uçurmanın formülünü de bizlerden esirgememiş, sağolsun:
“Gelecek 10 yıllar bilgi teknolojisi çağı olacak. .. Üniversitelerimizi dünya çapında iş yapan, bilim üretir hale getirmemiz lazım. .. Türkiye’nin daha hızlı koşması gerekiyor. Zamanında bazı trenleri kaçırmışız. Şimdi bu trenlere son vagonda da olsa atlamamız lazım. Özellikle bilgi teknolojileri bakımından” (29 Temmuz 2019, tr.sputniknews.com)
İşte budur! Vallahi bravo genç bakana!
Olur da AKP’ye oy veren bir okurun gözüne çarpar ve “siz de AK Parti cenahından gelen her şeyi küçümser ve kötülersiniz” gibi düşünürse diye söylüyorum. Bu fikir doğru. Hatta Türkiye için seçeneklerden biri değil, zorunluluk.
Aksi halde ne yoksulun reel gelir artışı mümkündür, ne gençlerin işgücünü yeterince talep eden sanayi ve tarımsal üretim ortamı ve ne de mevcut ekonominin -ülkenin muhalefetine, millete danışmadan girişilen- askeri harekatların maliyetine sürgit katlanması mümkündür.
Burada küçümsenen, fikrin kendisi değil, bakanın, bu fikrin encamı hakkındaki cehaletidir.
Belki biliyor da bilmezden geliyordur, bu “parlak” keşif, Erdoğan’dan Davutoğlu’na, hatta Demirel’den Özal zamanının yüksek bürokrasisine kadar pek çok figürün ağzından söylene söylene, artık kabak tadı vermiş, bayat bir söylem durumuna çoktandır düşmüş durumda..
* * *
Bakanın bu yepyeni(!) keşfinin acıklı encamını incelemek isteyene Aykut Göker’in, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği’nin düzenlediği “Ulusal Bilim Politikası” paneline sunduğu “Türkiye’de 1960’lar ve Sonrasındaki Bilim ve Teknoloji Politikası Tasarımları Niçin [Tam] Uygula[ya]madık?” başlıklı bildirisini (2002) önerebilirim. Ben kısa bir özet geçeyim.
* * *
1. OECD’nin “Bilim ve Ekonomik Gelişme üzerine ‘Pilot Takımlar’ Projesi”ne, 1967’de Erdal İnönü başkanlığında bir takımla katıldık. Amaç, “Türkiye’nin kalkınma hedefleri doğrultusunda, bilimin ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülebilmesi”.
1967’den bugüne beş tane “on yıl” geçmiş. O gün onlar da “Gelecek 10 yıllar bilgi teknolojisi çağı olacak..” diye yola çıkmışlardı. Bakan bilir mi veya hatırlar mı bunu?.
2. Ecevit hükümetinin, 1979-83 yıllarını kapsayacağı sanılan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da, “teknoloji politikalarının sanayi, istihdam ve yatırım politikalarıyla bir bütün olarak ele alınması ve belli sektörlerin kendi teknolojilerini üretecek biçimde geliştirilmesi” öngörülmüştü.
Bu, önceki gibi rafa kalkmadı. İMF’nin direktifi, Demirel ve TÜSİAD’ın gayretleriyle, 24 Ocak “İstikrar Tedbirleri”ne kurban edilerek gömüldü.
3. Özal hükümetinin bakanı M. N. Özdaş’ın görevlendirdiği TÜBİTAK, DPT ve 300 kadar bilim adamı ve uzmanın hazırladığı Türk Bilim Politikası: 1983-2003 dokümanı. Bu plân, “elektronik .. bilgisayar bilimi .. telekomünikasyon .. mikro donanım yazılım çalışmaları; yarıiletken teknolojisi .. elektronik malzeme .. entegre devre yapım teknolojisi geliştirme..”yi birinci öncelikli sayar.
Yani Pakdemirli’nin yeni keşfettiği şey, “Özellikle bilgi teknolojileri bakımından..”, devletin en az 36 yıl önceki projesi. Ne oldu? Rafa kalktı!.
4. O olmadı; “on yıl” sonra, aynısı bir doküman daha tasarlandı. BTYK(Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu)’nun bir kez daha onayladığı projenin başlığı, 1983’ten on yıl sonra olduğu için, Türk Bilim Politikası: 1993-2003 olarak değişti. Ama akıbeti aynı oldu: Rafa kalktı..
5. Yılmak yok yola devam; ama YAPMAK yoluna değil HEVES ETMEK yoluna devam. Ne de olsa iktidara Pakdemirli’nin ideolojisi gelmiştir: BTYK’nun Mart 2005’te kabul ettiği Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları: 2003-2023 Strateji Belgesi, başbakanlık genelgesi ile yürürlüğe konulur. Peki “yürür..” mü? Hayır, o da Rafa kaldırılır..
* * *
Ne bitmez “Gelecek on yıllar..” mış!
Sonuncudan bir on yıl sonra, 2014’te, başbakan Davutoğlu, “Ekonomide Öncelikli Dönüşüm Programı” diye bir şey açıkladı. Bakın açıklamada ne demiş: “Teknolojik bir dönüşüm sürecindeyiz. Bunları yönetme kabiliyetinin geliştirilmesi gerekir. Bu da ancak Ar-Ge ve inovasyon ile olur”!.
1960’lardan beri onlarca kez keşfetmekten bıkmadığımız gerçeği, Pakdemirli’den beş yıl önce Davutoğlu da keşfetmiş yani..
Ar-Ge demişken, beşinci maddedeki “..Strateji Belgesi”nin yürürlüğe girdiği(!) günlerde, başbakan Erdoğan imzasını taşıyan bir kararı da anmak gerek. Ekim 2014’te çıkan bu karar, “Bilim, teknoloji ve yenilikte yetkinleşebilmek .. için .. ülkemizdeki ARGE harcamalarının GSYİH içindeki payının 2010 yılına kadar % 2’ye yükseltilmesi..”ni öngörür. Oysa, geçin 2010’u, 2016 verilerine göre dahi % 1’i bulmuş görünmüyor.
* * *
Hasılı, Serdar Şahinkaya hocanın zaman zaman dediği gibi, “ülkemiz, nerede ise birbirine atıf dahi yapmayan, plan, program, strateji ve eylem planı kelimelerini başlıklarında taşıyan çok sayıda doküman ile yorgun düşmüş durumdadır”!
“..Üniversitelerimizi dünya çapında iş yapan, bilim üretir hale getirmemiz .. bu trenlere son vagonda da olsa atlamamız lazım..” geldiği düşüncesi elbette yanlış değil.
Hatta gerçekten fiiliyata geçirilmesi bir seçim konusu değil, zorunluluk. Aksi halde durum tam da Demirel’in 2004’te, “Geçmişten Geleceğe Türk Bilim ve Teknoloji Politikaları” konulu toplantıda yaptığı tespit gibidir: “.. dünyada 200 memleket var. .. 15-20 tanesi teknoloji üreten ve üretebilecek olan ülkelerdir. Gerisi teknoloji alma durumundadır. Teknoloji alan ülkeler, teknoloji kolonileridir; yani teknoloji üretip, satan ülkelerin kolonisidir, müstemlekesidir. ..”
Ve ekler: “.. Öyleyse benim ülkem bu duruma düşmemeli” (Aykut Göker’in Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisindeki makalesinden. 30 Mayıs 2014)
Evet, ülkemiz bu duruma düşmemeli!
İyi de, NASIL?
LÂF, TASARI, PROJE bol, lâkin UYGULAMA yok.
* * *
Pakistan’a helikopter satış sözleşmesini “yerli milli” savunma sanayi başarısı diye lanse ederken; ABD, “onun motoru benim, satmana izin yok” diye satışı engelleyip “yerli millilik” foyasını ortaya çıkarınca susan;
Kendi teknolojilerini üreten iki ülkeden ABD’nin Patriot’u yerine Rus S-400’ü satın almayı bir “ulusal bağımsızlık” işareti gibi görebilen,
kof hamasete bakınca, fiili sonuç üretmedeki iradesizliğimize şaşıramıyoruz..
Geçmiş ve ihtimal gelecek on yıllar boyu, lâfıyla oyalanırken, “..Şimdi bu trenlere son vagonda da olsa atlamamız lazım..” geldiğini bir kez daha keşfetmek ne değiştirecek?
Bayat klişeleri yeni fikirler gibi sunmak yerine, arızanın sosyokültürel kökenleri ve “..bu trenlere son vagonda da olsa..” NASIL atlayabileceğimiz sorunu üzerine kafa yormalı.
Ki, Demirel’in de dediği gibi, “benim ülkem bu duruma düşme..”sin..