Türkiye, Suriye çıkmazında. Neden bu noktadayız? Biraz hatırlayalım:
Suriye’nin bizim için bataklığa dönüşmesi, Rusya’nın Eylül 2015’te oraya girişi ve Halep’i alışı ile başlar.
Rusya ve Suriye güçleri Halep’i, bugün İsrail’in Gazze’ye yaptığı gibi harabeye çevirirken, Erdoğan’a göre meşru muhalefet, Rusya’ya göreyse imha listesindeki militanların, ağır silahlarını bırakarak Halep’ten İdlib’e nakledilmesi Türkiye’nin Rusya ile ortak hareketi sonunda oldu.
Davutoğlu, Murat Sabuncu ile söyleşisinde, “2016 Kasım’ında Halep niye boşaltıldı?” diye sorduktan sonra, o günleri şöyle anlatır: “Türkiye’ye en büyük Suriye göçü 2016 Kasım’ında Halep’in düşmesiyle oldu. İnsanlar önce İdlib’e geçti, (..) Rusya ile anlaşıldı. Bizim Cerablus’a girmemiz karşılığı Rusya’ya Halep bırakıldı ve o günlerde Suriye muhalefetinde ilk kez Türkiye aleyhtarlığı başladı. ..”
Davutoğlu’nun “Suriye muhalefeti”; Erdoğan’ın “kuvayımilliye” dediği yani.
Ne amaçla hamiliğine soyunulduğu açıklanamayan “Suriye muhalefeti”ndeki “Türkiye aleyhtarlığı” bugün o bataklıktan çıkmaya engel ayak bağlarından biri.
Her “yumuşama” beyanında, Edoğan’ın “kuvayımilliye” milisleri arasında meydana gelen provokatif eylemler buna işaret ediyor.
İki yıl önce, zamanın Dışişleri Bakanı, saf saf, “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lâzım” der demez ne olmuştu?
“Suriyeli muhalifler” ÖSO bayraklarıyla sokağa dökülüp, sağa sola saldırıp bayrağımızı bile yakmışlardı. Çünkü Türk Dışişlerinin “rejimle anlaştırma” sözünü “muhalifler”, kendilerinin Esad’a teslim edilmesi diye okuyor.
Suriye açısından da kendine silah çeken ÖSO’ya bakışı nasıl olabilir ki?
***
2024 Haziran sonunda Erdoğan, “Suriye ile diplomatik ilişki kurulmaması için hiçbir neden olmadığı”, “Suriye Devlet Başkanı Esad ile ailecek görüşebiliriz” şeklinde konuşur konuşmaz da “Suriye muhalefeti” bunu yine aynen öyle okudu.
1 Temmuz 2024 gazete haberleri de haber veriyordu ki “Suriye’de Türkiye’nin desteklediği silahlı güçlerin denetiminde olan Afrin, Mare, El-Bab, Azez, El Rai ve İdlip’te protesto eylemleri düzenlendi”
İşte Türkiye ile himayesindeki gruplar arasındaki ilişkinin doğasında böyle bir paradoks var.
Suriye’deki vekil güçleri Türkiye’nin bu gün özgür karar almasını sınırlayabiliyor, ayak bağı olabiliyor.
Bu gerçeği, sanki basit münferit olaylarmış gibi görmezden gelen yandaş TV “yorumcuları” da, aynı iktidar gibi, gerçeklikten kopmuş olmalı ki, Esad ile görüşmenin yeri ve zamanına papatya falı açıyor, “Mısır’la, BAE ile, Suudi Arabistan’la nasıl normalleşildiyse, Suriye ile niçin olmasın?” gibi hayal kurabiliyorlar.
Sanki bilinç dışı bir “unutkanlıkla”, gerçek çıkmazla yüzleşmekten kaçınıyor gibiler.
Oysa hatırlamak, yüzleşmek lâzım ki acı da olsa bir rasyonel çıkış yolu bulma imkânı olsun.
* * *
“Mısır’la, BAE ile, Suudi Arabistan’la nasıl normalleşildiyse, Suriye ile niçin olmasın?” türünden hüsnükuruntularına ne demeli?
Ya Suriye yönetiminin, güneyden kuzeye Şam’ı Halep’e bağlayan M5 yolunu, Şam’a göre terörist Erdoğan’a göre “kuvayimilliye” olan militanların denetiminden çıkarmak için harekete geçtiği 2019-2020 acı tecrübemize ne demeli?
Bizim “dünya lideri”, anlaşılmaz bir tavırla, militanlarla Esad ordusu arasındaki meseleye müdahil oldu ve TSK da Esad ordusu ile karşı karşıya getirildi.
En sarsıcı günü yaşadık 27 Şubat 2020’de:
Rus hava bombardımanında bir seferde 36 askerimiz şehit oldu. Bir emekli büyükelçinin dediği gibi, o Şubat’ta “İdlib’de .. 60’a yakın şehit verdik..”
Sonuç? 5 Mart 2020’de, M5 karayolunun ve doğusunun Esad yönetimine ait olduğunun kabul edildiği Moskova ateşkes protokolü oldu.
Bir yan sonucu da “Suriye muhalefetinin” Türkiye’ye karşı güvensizlik duygusunun ikinci kez depreşmesi olabilir. (Birincisi, Davutoğlu’nun dediği gibi Halep’te)
Bu sonuçlar bir tarafa; Suriye ordusu ile çatışmış olsanız ve Rusya faktörü nedeniyle yenilmiş olsanız da Suriye ordusuna yüksek kayıplar verdirmişsiniz.
Şimdi bunlar olmamış gibi, “Mısır’la, BAE ile, Suudi Arabistan’la nasıl normalleşildiyse, Suriye ile niçin olmasın?” gibi yorumlar yapılabiliyor! Pes yani.
Kıyas kabul eder mi? Mısır’da Sisi’ye, BAE’de En-Nehyan’a, Suudi Arabistan’da Bin Salman’ın iktidarına karşı silahlı mücadele veren vekil güçlerin hiç olmamış. Ama yıllardır Esad iktidarına silah çekmiş vekiller himayen altında. Üstelik, 2019-20 arasında, vekillerin yanında TSK de Esad’ın ordusuyla çatışmış ve ağır kayıplar verdirmişsin Esad’a.
Yandaş yorumcular ise hâlâ “Sisi ile nasıl olduysa..” kıvamında, “..mış gibi” düşünebiliyor.
Düşünelim, Irak’ta askerimizin başına çuval geçirilmesini ben kişi olarak hâlâ nefretle hatırlıyorsam, Suriye devlet aklı o çatışmayı hafızasından, duygularından silmiş olabilir mi?
Düşünelim, Erdoğan, kendi ülkesindeki meşru muhalefetin belediyelerini (ve dolaylı olarak o belediyelerin yaptığı hizmetlerini) düşmanca hedef alırken, Esad’ın İdlib’deki -kendince imha edilmesi gereken yasadışı teröristlerden sayılan- silahlı “muhaliflere” nasıl davranacağı sanılıyor ki.
Ve şimdi de böyle “..mış gibi” hayaller kurulabiliyor?
Yıllardır alkışladıkları vahim hataları hatırlamaktan, onunla yüzleşmekten kaçış duygusu bu..
* * *
Zaten Erdoğan ve ekibinin Esad’la normalleşme talepleri de kendi özgün planları değil gibi. Ülke içindeki PR çalışmalarıyla buna Erdoğan’ın özgün hedefiymiş görüntüsü verilmeye çalışılsa da, geri planda başka imalar barındırıyor.
Meselâ; iki yıl önce Suriye ile normalleşme ihtimali üzerine konuşulmaya başlandı.
Ne zaman? Erdoğan, 5 Ağustos 2022’de Soçi’de, Putin’le baş başa dört saat konuştuktan sonra.
Meselâ; Erdoğan, 28 Haziran 2024’te, “Suriye ile diplomatik ilişki kurulmaması için hiçbir neden olmadığını” söyledi.
Ne zaman? Dışişler bakanımızın, BRICS toplantısı için bulunduğu Moskova’da Putin ile görüşmesinden hemen sonra.
Erdoğan, “.. Sayın Putin Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirebilirse, bu yeni bir sürecin başlangıcı olabilir. .. aradan geçen onca yıl herkese kalıcı çözüm mekanizmasının kurulması gerektiğini net bir şekilde göstermiştir ..” dedi.
Ne zaman? 3-4 Temmuz arasındaki ŞİO toplantısında, Putin’le baş başa bir saat görüşmesinden hemen sonra.
Öyle görünüyor ki kendi özgün planlamalarından çok “Putin’le baş başa görüşme” hayli aydınlatıcı (!) oluyor AKP yönetimi için.
* * *
Sonuç olarak, Suriye’de içine sürüklendiğimiz çıkmazdan “ben artık yumuşama istiyorum” demekle çıkılacak gibi görünmüyor maalesef.
İnanıyorum ki “aradan geçen onca yıl herkese kalıcı çözüm mekanizmasının kurulması gerektiğini net bir şekilde göstermiştir” derken Erdoğan da normalleşmeyi ciddi olarak istiyor.
Ama aynı zamanda istiyor ki, ülkemizi Suriye’de kendisinin düşürdüğü yaman çıkmaz da açıkça konuşulmasın; gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmasın..
Bir atasözümüz “öfkeyle kalkan zararla oturur” der, işte onun günümüze uyarlaması; “Erdoğan’ın her öfkeyle kalkışı tüm Türkiye’yi zararla oturtuyor”!..
Bence artık erken seçim şart.