Gündem o kadar dolu ve acılar o kadar üst üste geldi ki, hangisini ele alsam, sanki eksik/az yazmışım gibi hissedeceğim…
Öncelikle, bizleri derinden üzen bir ölüm haberiyle başlamak istiyorum. Birkaç gün önce yüreğimizi darmadağın eden bir haber ile sarsıldık. Müzisyen dostumuz İbrahim Birincioğlu’nun intihar haberi perişan etti hepimizi. Sadece gidişi değil, çaresizlikten dolayı intihar etmesi ve bizlerin, bu çaresizlikten bihaber olup İbrahim’in elinden tutmaması yıktı bizi. Biliyorsunuz pandemi döneminde bir esnaflar bir de sanatçılar çok kötü etkilendi. Birçok insan işsiz kaldı ve maalesef birçok intihar yaşandı. Bu intiharlar herdaim yüreğimi yaraladı ama tanıdığın, sevdiğin bir insanın aynı sebeplerle intihar etmesi bambaşka bir acıymış. Hem sevdiğiniz birini kaybetmiş olmanın acısı sarıyor yüreği, hem de kendinizi suçlu hissediyorsunuz engel olamadığınız için. Dilerim İbrahim huzura kavuşmuştur ve dilerim bizleri affeder. Bu vesileyle benzer sebeplerle yaşama veda eden herkese rahmet ve huzur diliyorum. Umarım hepsi inancıyla dinlenir. Ayrıca şu soruları da sormak isterim. Bu insanlara devlet sahip çıksaydı, sizce bu intiharlar olur muydu? Ve bu durumda söz konusu olan intihar mıdır, yoksa devletin bu insanlara sahip çıkmayıp dolaylı olarak onları katletmesi midir???
Şimdi yangınlar konusuna gelelim. Yine bildiğiniz üzere, ülkenin her yerini yangınlar kapladı. Doğa öldü, hayvanlar öldü, insanlar öldü, yerleşim yerleri kullanılamaz hale geldi. Sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede yangınlar hayatı felç etti. Elbette hepsi doğal yollarla, insan eli olmaksızın çıkmış olabilir ama insan eliyle çıkmış olma ihtimali de yüksek. Ki eğer insan eliyle çıkmışsa yangınlar, dilerim yapanlar gün yüzü görmez ve bin beter yanarak can veremezler! Halk seferber oldu yangınları söndürmek adına ama devlet sınıfta kaldı bir kez daha. Yangın söndürme uçaklarının yetersizliği, tomaların geç devreye sokulması ve daha birçok eksiklik gün yüzüne çıktı. Artı, ülkenin yer yeri yanarken cumhurbaşkanının miting yapıp halka çay fırlatması, daha da öfkelendirdi insanları. Ancak bana göre şimdilik öfkemizi askıya almamız lazım halkça. Tüm dikkatimizi, ilgimizi, yardımımızı yangın bölgelerine yönlendirmeliyiz. Şuan birlik olup yangın bölgeleri için mücadele etme vakti. Zamanı geldiğinde elbette hepimiz öfkemizi gün yüzüne çıkaracak ve hesap soracağız!
Ve başka bir konu, kadın cinayetleri. Örneklik anlamında birkaç kadın cinayetini yazacağım sizlere. Elbette hepsini yazmam mümkün değil. Bunlar sadece 1-2 ay içerinde olan cinayetlerden birkaç örnek.
Tekirdağ’da 38 yaşındaki Senem Varil, minibüste kızının yanında 1 sene önce boşandığı 45 yaşındaki İrfan Barik tarafından 4 kez bıçaklanarak katledildi.
Antalya’da 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu, 48 yaşındaki Mustafa Murat Ayhan tarafından katledildi.
Bursa’da 32 yaşındaki Gülfem Alay, 45 yaşındaki eski eşi İbrahim S. tarafından tabancayla vurularak katledildi.
Kayseri’de 43 yaşındaki Fatma Abravcı, nafaka nedeniyle çıkan tartışma sonucu 40 yaşındaki eski eşi Yasin Tatar tarafından 3 kez bıçaklanarak katledildi.
Bingöl’de 30 yaşındaki uzman çavuş Hacı Yaşar, yeni evlendiği 29 yaşındaki Aysel Yaşar’ı bir tartışma sonucu tabancayla katletti, akabinde intihat etti.
Önce 21 yaşındaki Aleyna Çakır’ı katleden ama serbest bırakılan Ümitcan Uygun, şimdi de 25 yaşındaki Esra Hankulu’nu katletti. Her iki cinayetin de davası sürüyor ama Ümitcan Uygun katildir, canidir benim nezdimde!
Bu liste uzar gider. Düşünün ki son 7 ay içerisinde 207 kadın katledildi. Ya eski sevgili, ya eski eş ya da eş tarafından. Çünkü sistem katilleri koruyor. İstanbul sözleşmesini kaldıran bir sitemden başka ne beklenir ki. Devletin bizleri korumadığı bir ülkede bir başımızayız kadınlar olarak. Bizi bizden başka koruyacak kimse yok. Ancak güçlüyüz yine de, güçlü olmak zorundayız. Öldükçe dirilmekten, azaldıkça çoğalmaktan, susturuldukça isyan etmezten başka çaremiz yok. ÇÜNKÜ ÇARPIK SİSTEMİN ÇARKINA, SADECE DİŞİ KUŞ SIÇAR!