Üniversiteden 1999 yılında mezun olmuştum. O zamanlar Yalova’da oturuyorduk. Ağustosun ilk haftası eve gelmiştim ve kısa bir süre sonra da 17 ağustos depremi olmuştu. Depremden dolayı 2 ay çadırda kalmıştık ve ekonomik anlamda Yalova/iş yerleri kötü durumdaydı. Binbir hayalle mezun olmuşken, bir anda kötü şartlar/kötü ekonomi içinde bulmuştum kendimi.
Çadır sürecinden sonra eve geçince iş aramaya başladım. Baktım ki mesleğime uygun iş bulamıyorum, ben de her alanda iş kovaladım ve bir iplikçi dükkanına tezgahtar olarak işe girdim. O zamanın parasıyla aldığım ücret 60 bin liraydı. Ki o zamanlar asgari ücret 109,800 olmasına rağmen. Benimle beraber Iraklı Muhammed adında birisi de çalışıyordu orada. Sabahın köründe dükkana gidiyor, kesintisiz her sabah patronun gece içip sıçtığı etrafı ve kusmuğu temizliyor, akşam 8-9 gibi de evime dönüyordum. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, kısa bir süre sonra patronum kasadan para alıp gün sonu eksik çıkan bakiyeden ötürü beni yanlışlık yapmakla itham ediyordu ve ben de sırf sorun çıkmasın, benim aldığım sanılmasın diye cahil aklımla cebimden eksiği kapatıyordum. Bunların hepsine katlandım, sırf aileme maddi anlamda destek olmak için. Hatta bazı tanıdıklar benimle dalga geçiyordu “Sen git 4 yıl üniversite oku, sonra tuvalet temizle” diye ama zerre umurumda değildi bu. Tâ ki bir olaya kadar...
Iraklı Muhammed evliydi ve karısı 7-8 aylık hamileydi. Başlangıçta iyi bir diyaloğumuz varken, ileri ki zamanlarda Muhammed bana asılmaya başlamıştı. Nişanlıydım ve buna rağmen bana aşık olduğunu, ikinci eşi olmamı istediğini söylüyordu. Bu, bardağı taşıran son damlaydı benim için ve Muhammed ile patrona gereğini söyledim, akabinde işi bıraktım. Fakat arkamdan dedikodular aldı başını gitti. Muhammed benim kendisine asıldığımı ve onların evliliğine göz diktiğimi söyledi herkese. O civardaki esnafın gözünde mutlu evli çiftlerin arasına giren kara çiyandım resmen.
Neyse, iplikçi dükkanının hemen yanı tüpçü dükkanıydı ve Alevi bir adam işletiyordu orayı. İplikçide çalışırken tanışmıştık. Bir gün pazarda karşılaştık ve dedi ki “Sen dürüst çalışkan bir kızsın, gel bizim dükkanda tezgahtarlık yap”. Ben de kabul ettim ve ertesi gün başladım işe. Maalesef maaş yine değişmedi. Tek fark, bu patron diğeri gibi kasadan çalmıyordu. İplikçide çalışanlar gıcık olsa da bana, tüpçüde her şey güzel başlamıştı. Boş zamanlarda patronla siyaset konuşuyorduk. Bazen eşi geliyordu. Onunla laflıyorduk. Sonraları patronum Haydar ufak tefek hediyeler almaya başladı bana. Tabi ki hoşlanmadım bundan ve reddettim her defasında. Ancak ben her reddettiğimde “Bak eşime söylerim, üzülür. Seni çok seviyor” diyordu. Ben de eşine ayıp olmasın diye tamam diyordum ama aldığı hediyeleri başkasına hediye ediyordum onun gözleri önünde. Lanet olsun ki sonradan daha beter hâl aldı her şey. Diğer dükkanda Sünni Muhammed asılmıştı bana. Bu dükkanda da Alevi Haydar evli olmasına rağmen ilan-ı aşk etmişti. Anında ayrıldım işten. Haydar’ın eşi pimpirik bir kadındı. Benim ayrılmamdan dolayı işkillenmiş ve kocasını sıkıştırmış. O da kendisini kurtarmak adına “Tülay bana asıldı, ben de yol verdim” demiş. Yani diğer dükkanla aynı hikaye. Tüm bunları nereden biliyorsun diye sorarsanız, iplikçinin yanındaki dükkanda çalışan kadın arkadaşım anlatıyordu bana olan biteni. Oradan da ayrılınca ben, Muhammed ve Haydar’ın eşleri, artı iplikçi dükkanının sahibinin eşi bir araya gelip bir sürü dedikodu yaymışlardı etrafa. Hakkımda tüylerimi diken diken eden şu sözleri söylemişlerdi: “Bu lanet kadın kocayı karıdan, karıyı kocadan ayırır. Tam bir şeytan”. 21 yaşımdaydım bu iğrençlikleri yaşadığımda ve tüm toyluğuma rağmen başım hep dikti. Asla boyun eğmedim ciğeri beş para etmez bu insanlara. Hatta oradan geçmem gerektiği zamanlarda, yolumu değiştirmedim. Aksine başım dik olarak geçtim önlerinden.
Bunları neden mi anlattım? İki nedenden ötürü.
Birincisi şu. Geçenlerde hastanede sıramı beklerken, bir erkek yaklaştı yanıma ve Tülay diye seslendi. Adama baktım ama tanımadım. “Buyurun” dedim. Tanımadığımı anlayınca gülümsedi ve tanıttı kendisini. Iraklı Muhammed’miş ve sağlık sorunlarından dolayı onkoloji hastanesindeymiş. Sanırım ileri safhada kansermiş. Bir an donup kaldım. Hiçbir şey demedim. Sadece dinledim. Sonra Muhammed sustu ve uzunca bana baktı acıklı bir yüz ifadesiyle. Sonra bana “Tülay hakkını helal et. Ben sana büyük kötülük yaptım. İftira attım” dedi. Aslında içimde biriktirdiğim bir sürü cümle vardı ona karşı ama yıllar içerisinde hem onları unuttum hem de yüreğimde nefretten ziyade sevgiye yer açtım. Gülümsedim ve “Helal olsun. Bunları takma sen şimdi kafana. Sağlığın daha önemli. Çok geçmiş olsun. Allah şifa versin” dedim. Muhammed sanırım bunları dememi beklemiyordu, şaşkındı yüzü. “Şimdi daha çok utandım. Allah’a emanet ol” dedi ve gitti. Muhammed’e arkasından seslendim. Dedim ki; “Seni utandırmak için demedim. Hakkım sana helaldir ve yaptığından gerçekten pişmansan, ki pişman görünüyorsun, artık olanların bir önemi yok. Şuan sağlığın önemli. Sağlığına odaklan”.
Tüm bunları anlatmamın diğer nedeni de şu.
Malum, taciz/tecavüz olayları gün be gün artıyor. İnsanlar tacize/tecavüze odaklanacağına, kişinin inancına odaklanıyor. Yani bir Sünni birisine tecavüz etse, onun şahsına değil Allah’ına/dinine küfrediliyor. Aynı şey diğer inançlar için de geçerli. Bir kişinin inancının veya ideolojisinin vs olması, o insanı iyi biri yapmaz. Eğer ki inancının veya ideolojisinin özünü kavrayıp hayatına, özüne işlemediyse, inancı veya ideolojisi sadece maske olur yaptığı kötülüklere. Yukarıda bana iftira atan kişilerin biri Sünni diğeri Aleviydi ve yaptıkları kötülükler, kendilerine aitti. İnançlarına değil. Yani bana yaptıkları kötülüklerden ötürü ne bütün Sünniler suçlanabilir, ne de tüm Aleviler. Kötülük, kişinin kendisine aittir. Bağlı olduğu zümreye değil. Ki bu ülkenin en büyük sorunu, genellemeci dil/genellemeci yaklaşım/toptancı linç...
Ve son sözler:
KUR’AN
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
Sevgiyi, sadakati hiç yanından ayırma, bağla onları boynuna, yaz yüreğinin levhasına. Böylece Tanrı’nın ve insanların gözünde beğeni ve saygınlık kazanacaksın. (Süleyman Meselleri, Bap 3, 3-4)
İNCİL
Sevgi, Tanrı’nın buyruklarına uygun yaşamamız demektir. Başlangıçtan beri işittiğiniz gibi, O’nun buyruğu sevgi yolunda yürümenizdir. (Yuhanna’nın II. Mektubu, 6)