Değer ve ilkelerin, büyük ekonomik ve askeri güçlerin jeopolitika dediği bilek güreşlerinin seyrine göre şekillendiği bir dünyadayız.
Zayıf ve yeniklerin hukuku da, bu çerçevede bir kıymet ifade ediyorsa veya ülke yöneticileri için iç siyasette bir kullanışlılığı varsa konu olabiliyor.
Trump’ın son Kudüs kararnamesi ile hatırlanan Filistin’in hakları meselesinin BM’deki yankıları da bu çerçevede oldu.
* * * *
AKP yanlısı medya yazarlarının bir kısmının, ABD’nin hukuksuz Kudüs kararının BM’de neredeyse 3’te 2 oyla reddedilmesi olayını ele alış tarzında bu çok açıktı.
Oylanan metni BM’e kimin sunduğu konusu, adeta Filistin’in kendisini gölgede bırakacak kadar öne çıktı.
Oylama, Filistin üzerinden, Erdoğan’ın “dünya liderliği”nin şanlı bir yansımasıydı sanki:
Bir yazar, “Birleşmiş Milletler’de alınan Kudüs kararı büyük bir başarıdır ve bu başarının baş mimarı .. tavizsiz dimdik duran Recep Tayyip Erdoğan’dır” derken 21 Aralık’ta, 128 oyla kabul edilen tasarıdan söz ediyordu.
Ama bundan iki gün önce (Mısır’ın aynı konuda sunduğu tasarının Güvenlik Konseyi’nde ABD tarafından veto edilmesinden bir gün sonra) BM Genel Kurulu’nun oyladığı başka bir Filistin kararından hiç bahis yoktu.
Oysa, bu da Filistin’e dairdi; onun kendi kaderini tayin hakkını tanıyan bu karar 176 oyla (128’den 48 fazla oyla) kabul edilmişti. Ne ki “baş mimarı .. Erdoğan” olmadığı için olsa gerek, haber değeri bile taşıyamadı.
Dert sanki Filistin davası değil de “Erdoğan davası”.
Mesela her yıl BM Genel Kurulun’da ABD’nin Küba’ya koyduğu ekonomik ve finansal ambargonun kaldırılması yönünde karar alınır. Hem de 128 oyla filan değil, ABD ve İsrail dışında neredeyse tüm ülkelerin (180’leri aşkın) oyuyla.
“Mazlumların sesi” rolünü pek seven “dünya liderinden” hiç duyduk mu?
Ama Erdoğan’la ilişkilendirebileceği bir 21 Aralık kararı, yandaş bir yazarı hamasetin zirvelerine çıkartabiliyor: “.. tarih yapıcı rolün öncüsü .. Tarihi peşinden sürüklemektedir. Yeni tarih yapıcı rol onun öncülüğünde devam etmektedir..”
Yazar, “onun öncülüğünden” söz ederken, elbette biçare Filistin halkının “devlet başkanı” Mahmud Abbas’ın öncülüğünden söz etmiyor.
Beş küsur yıl önce bir grup toplantısında, “Biz tarihi yaparız, onu kimin yazacağına kimin okuyacağına .. karışmayız” diyebilen Erdoğan’dan söz ediyor.
* * *
İnsanın “tarih yapıcı” olma, tarihe “çizik atma” tutkusu, psikolojinin konusu olabilir belki.
Ama bugün yaşayanların tarihte almaya heveslendikleri yer ile ileride tarihin onlara vereceği yer örtüşmeyebilir. Niyetle kısmet aynı olmayabilir.
Mesela niyetiniz Kudüs’ü Haçlılar’dan alan Selahaddin Eyyubi gibi anılmak iken kısmete, 21. yy. Libya ve Suriye’sinde Haçlılarla ittifak etmiş olarak anılmak da düşebilir.
* * *
Tarihçi, kimseden “tarihte şanlı yer” siparişi almıyor. İleriki nesil de, “tarih yapıcı” figürü, hangi açıdan bakıyorsa oradan okuyor. Tabii tarih onu okunur bir yere yazmışsa.
Yüz yıl kadar önce, İngiliz ajanı “Arabistanlı Lawrence”, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklandırdığı Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal bin Hüseyin’i, Yahudi örgütlerin Filistin üzerindeki iddialarına “meşruiyet” kazandırma yönünde de kullanmıştı.
Bugünün “Mekke Kralı” Salman’ın oğlu -ki “tarihe çizik atma” ihtirası aklının hayli üstünde- Muhammet bin Selman da, Trump’ın damadı Kushner ve İsrail gizli servisi tarafından, Trump’ın Kudüs kararnamesinin hazırlanmasına alet ediliyor.
Ama önemli bir fark var. Lawrence entelektüel bakımdan ne kadar derin ve yetenekli idiyse, veliahdın “dostu” Kushner de o kadar sığ bir avantürye gibi duruyor (tıpkı veliaht gibi).
* * *
İngiliz kuvvetlerinin Kudüs’e girdiği yıllar, Britanya emperyalizminin dünya hegemonyasının (Paks-Britanika’nın) düşüşe geçtiği zamanlardı.
İlginçtir, Trump’ın “Kudüs İsrail’in başkentidir” dediği bu günlerde de ABD’nin küresel liderlikten inişe geçtiği, Paks-Amerikana döneminin sonlarına gelindiği konuşuluyor.
ABD “devlet aklı”, belki biraz da bu gerçeği sindirememekten dolayı hırçınlaşıyor; BM temsilcisi N. Halley’in ülkelere karşı, “akıllı ol! Not ediyoruz ha!” türünden seviyesizliği belki de bu hastalıklı ruh halinin bir tezahürü.
Ama bir iç politika malzemesi olarak kulağa hoş gelen “dünya 5’ten büyüktür” sloganını çok ciddiye, bu hastalıklı kovboy ağzını da çok hafife almamak lazım.
Zira bu “5” (daha doğrusu, Almanya’yı da katarak “5+1” ve yakın gelecekte belki Japonya ile “5+2”) hala dünyadan büyük. Bunların en büyüğü de hala ABD.
Bugün için onun askeri saldırganlığını frenleyebilen iki askeri güç var: ABD’nin son “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde “iki revizyonist güç” diye tanımladığı Rusya ve Çin.
Ki onlar da “5”in içinde.
Dünyanın kalan ülkelerinin ittifak veya karşıtlık bazında oluşan değişken kümelenmeleri de bu “5+1” çevresinde ve onların arasındaki güç dengeleri çerçevesinde oluşmakta.
Onun için, “dünya 5’ten büyüktür” gibi parlak sloganlar - kendini “oyun kurucu güç”müş gibi hissettirerek- kulağa hoş gelse de boştur.
Onun için, Kudüs sorunu için Mahmud Abbas nasıl Çin’e de gidiyorsa, ABD’nin en yakın ortağı İsrail bile, İran ve Hizbullah’ın nefesini Golan’da hissettiğinde -“ben vururum” havasını atmayı çok sevse de- bir Moskova ziyaretine ihtiyaç duyabiliyor.
* * *
Tüm bunlar, ABD devlet aklında, ruhunda travmatik etkiler yaratan, onu, öfkeden bağırarak göğüslerini yumruklayan Kinkong gibi davrandıran süreçler.
Dolayısıyla, örneğin Türkiye’nin Suriye’de Rusya ve İran’la birlikte görünmesini de, bir ülkenin egemenlik hakkı olarak değil, kendisine ihanet olarak algılaması da, hastalıklı bir algıdır ama anlaşılmaz değildir.
* * *
AB’nin, Rusya’nın ve Çin’in mevcut Kudüs-Filistin yaklaşımlarına rağmen Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapabilecek mi Trump? Belli değil.
Ama ABD’nin son Ulusal Güvenlik Stratejisi’ndeki bir “boşluğun” özellikle Türkiye’ye karşı kindar bir husumetin ve yakın geleceğe dönük gizli bir tehdidin tezahürü olduğu çok belli.
Bu strateji belgesinde, hemen hemen tüm dünya ülkelerini, iyi ya da kötü olarak anarken Türkiye’den tek satır söz etmemesi, orayı “boş” bırakması tesadüf olmasa gerek.
Nitekim, “dünya 5’ten büyüktür” sloganının coşkulu inananı bir yandaş yazarımız da belli ki ABD’nin (yani 5’te 1’in) belgesindeki bu “boşluktan” pek endişelenmiş:
“Strateji belgesinde tek kelime dahi Türkiye’den bahsedilmemesi şimdi nasıl okunacak? Kaldı ki, PYD-YPG, İsrail-Kudüs, Katar-Körfez, Rusya-S400-enerji yolları vb. konularda gırtlak-gırtlağa olmamıza rağmen!”
Daha AB’nin, daha doğrusu Almanya’nın, cebindekilerden söz etmedik bile.
Hasılı, geçen yıl hiç kolay değildi, 2018 de zor olacağa benziyor.
Yine de dileyelim ki, Türkiye için, dünya için az hasarlı bir yıl olsun bari.