Annem de babam da hayatta olmasına rağmen, her anneler günü veya babalar günü buruk geçer benim için. Kutlamaya bile ar ederim çoğu zaman. Çünkü bu ülkede babalarından, annelerinden koparılmış nice insan var, hatta anne babasından koparılan evlatlar da var ve onların hüznünü bile bile coşkuyla kutlama yapmak, bana göre gayri insani bir tutum.
Bugün babalar günü ve ben Tahir Elçi’yi düşünmeden edemiyorum mesela. Nazenin Elçi’nin cenazede “Baba” diye feryat edip yeri göğü inletmesi dün gibi aklımda. Ki Tahir Elçi, iyi bir avukat ve insan hakları aktivisti olmasının yanında, iyi bir babaydı aynı zamanda. Kimbilir nasıl güzel hatıralar biriktireceklerdi Nazenin ve Arin ile ama bunu yapmaya fırsatı olmadan katledildi. Üstelik şu sözlerinden hemen sonra öldürüldü Elçi:
“Bu tarihi bölgede; birçok medeniyete beşiklik etmiş, evsahipliği yapmış bu kadim bölgede; insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun, diyoruz.”
Peki böyle bir günde sevgili Hrant Dink’i hatırlamamak mümkün mü sizce? Ki düşünün, katledilerek 3 evlat bıraktı arkasında. Barış güverciniydi Hrant Dink’in lakabı. Diyordu ki hep: “Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görüyorum ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz...”. Buna rağmen katledildi Hrant, bu sözlere rağmen kana bulandı güvercin ve koparıldı hayattan, eşinden, çocuklarından. Arat, Delal ve Sera’yı düşününce ne kadar zor babalar gününü kutlamak...
Cumartesi insanlarını hatırlayın. Yıllardır evlatlar babalarının akıbetini soruyor meydanlarda. Düşünün ki, babalarını ziyaret edecekleri bir mezar bile yok. 25 yıldır babalarına ulaşmak ve suçluların cezalandırılmasını sağlamak adına her cumartesi günü toplanıp tek ses oluyorlar ve yakınlarının akıbetini sorularlar. 25 yıldır devlet cumartesi insanlarının feryadına kayıtsız ve buna rağmen 25 yıldır bıkmadan usanmadan adalet aramaya, babalarına ulaşmaya çalışıyorlar umutla.
Bir de evladından koparılan babalar var, ki babalar günü onlar için acılı geçiyor. Örneğin İzzettin Çevik. Ankara Garı katliamında hem kızı Başak Sidar’ı hem de kızkardeşi Nurgül Çevik’i kaybetmişti. Düşünün ki biricik kızı gözlerinin önünde katledildi. Tüm bunlar/tüm bu acı yetmiyormuş gibi, HDP’den belediye başkanı olan eşi Hatice Çevik’te bir süredir tutuklu. Bu acıyı bile bile bunlara kayıtsız kalmak ve yokmuş gibi davranmak mümkün değil benim için...
Ömer Kurt’u da anmazsam olmaz. Üniversite öğrencisi olan oğlu Şerzan Kurt, yıllar önce bir polis kurşunuyla hayatını kaybetmiş ve onu öldüren polis de birkaç kez hapis cezası alsa da, en son davada beraat etmiş, hem görevine iade edilmiş hem de görevinde yükseltilmişti. Bu sistem hem omuzunuza büyük bir acı yüklüyor hem de bu acıya neden olanları cezasız bırakıp acınızı kat kat arttırıyor maalesef. Ömer Kurt’un “Hawar diyorum hawar” feryatları hala kulaklarımda...
Amacım bu yazıyla sizlerin babalar gününü karatmak değil aslında. Elbette hayattayken babalar kutlanmalı ve hatta babaların kıymeti bilinmeli ama bir yandan babası ölenler veya acılı babalar unutulmamalı. Bu ülke birçok yetim yetiştirdi ve bir o kadar da babanın yüreğine ateş koydu. O yüzden kendi babalarınıza ve evlatlarınıza sarılırken, yetimleri ve acılı babaları da düşünün. Eğer imkanınız varsa onlara da sarılın. Babaları kendi babanız, evlatları kendi evladınız bilin. Eminim onlara da yetecek sevgi vardır her birinizin içinde.
Bu hayatta en kötü şey kimsesizlik, yanlızlık...