Son zamanlarda bir “demokratik anayasa” takıntısı, bir “partili cumhurbaşkanı” ve “dokunulmazlıklar” saplantısı içinde savruluyoruz.
Virajlı yokuştan aşağı son sürat giderken gaza basmaya devam eden bir kaptanın kullandığı arabada, kimimiz kaptana beddua okurken kimimiz övgüler yağdıran yolcular durumundayız.
Kaptan, eli ara sıra utangaç utangaç el frenine giden muavini arabadan safra gibi atarken, yeni muavinde aynı “hatayı” yapacak hal mi kaldı?
Dokunulmazlıklar, referanduma bile gerek kalmadan kaldırıldı.
Kim mutlu? Kim kazandı?
Muhalefetin sonuçtan mutlu olduğu söylenemez.
HDP’liler? Mecliste esirgenen meşruiyeti Batı desteğinde aramaya başladılar bile.
Ya AKP? Derunundaki “ya araba toslarsa” endişesini bastıracak zafer havaları çalıyor.
Terörle mücadelede “yüksek profilli” Yıldırım taktiği
Söyler misiniz, zaten fiilen yaşadığımız “partili cumhurbaşkanlığı” da, referandumsuz veya referandumla, kağıt üzerinde yasallaşırsa, PKK ve IŞİD terörüne karşı mücadelemiz, bugüne kadar olduğundan nasıl daha güçlü olabilecek?
Bu ikili beladan ikincisinin, Davutoğlu-Erdoğan “dış” politikasıyla başımıza sarıldığını da göz önüne alırsak, umutlanmaktan çok endişelenmek için sebep var aslında.
* * *
Kaldı ki, PKK artık “Kürt haklarının savaşçısı” iddiasından çok, küresel güçlerin Ukrayna’da, Suriye ve Irak’ta yarattığı ve hoşlanmadığı rejimlere karşı kullandığı “eğit-donat” modeli bir vekalet savaşçısı rolüne evrilmiş bulunuyor.
Yani artık karşımızda, terör örgütü kılığında, başka ülkelerin gizli servisleri var. AKP’liler her şeyi herkesten iyi bilir ya(!), inanmazsanız milletvekili Miroğlu’na sorun, söylesin: “..PKK yok ama Türkiye’yi sanki gözden çıkarmış Batılı ülkeler ve Ortadoğu’nun köhnemiş rejimleri var. .. PKK onlar için artık sadece bu amaçla kullanılan bir enstrüman. Bu örgüt .. İranlıların, Suriyelilerin, Avrupalıların, Amerikalıların, Esad’ın örgütü” (20 Mayıs 2016, haberturk.com)
Hal böyleyken, kendini kandırma ihtiyacından mı nedendir bilinmez, çiçeği burnunda başbakan, daha adaylığı açıklanır açıklanmaz “Milletim rahat olsun, bu terör belasını Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” diyesiymiş (A. Beki, 21 Mayıs 2016, hurriyet.com.tr)
Pek inandırıcı(!) değil mi?
Daha önce kaç hükümet, hatta kendi 14 yıllık hükümetlerinin “dünya lideri” ve “hoca”sı gündemimizden çıkaramamış, ama Yıldırım, yıldırım gibi halledecek(!)
Ülkenin kaderi söz konusu olmasa, aslında bunların kendilerini kaptırdığı parti ve meclis manevraları, tam seyirlik orta oyunu.
Lakin direksiyondalar ve çok virajlı yolda kendilerini unutmak istercesine gaza basıyorlar. Hepimiz de bu arabadayız.
Cari açıksız büyüyememe sorunu çözülmezse hiçbir şey çözülmez
Miroğlu’nun dediği gibi, PKK artık “..Türkiye’yi sanki gözden çıkarmış .. İranlıların, Suriyelilerin, Avrupalıların, Amerikalıların, Esad’ın örgütü”
İran ve Suriye’yi ayırın. Onlar PKK’ya belki silah ve lojistik destek verebilir, ama bizi mali ve ekonomik yönden sıkıştıramazlar.
Ama “Avrupalıların, Amerikalıların ..” öyle mi?
Avrupa ve Amerika’nın güdümündeki finansal yapıya tüm kılcal damarlarımızla bağımlıyız. Ve dahası, onlara çok fena borçluyuz. O cenahtan döviz gelmezse, çarkı çeviremez durumda ekonomimiz.
Yani, silah-mühimmat bağımlılığından ayrı olarak, bize karşı kullanabilecekleri çok daha çeşitli ve etkili enstrümanlara sahipler.
Cari açıksız büyüyebilen bir ekonomi tesis edememişsen -ki AKP bunu yapamamış, hatta tam tersini yapmıştır- bizim gibi ülkelerde, hem milletin bağımsızlığını hem de terörle mücadelenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atıyorsunuz demektir.
Şimdi “partili cumhurbaşkanlığı” kabul edilince, bu risk ortadan kalkacak mı?
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar da partililiğini açıkça gösterirdi. Bastonunun sapında “Demokrat Parti”nin D ve P’si vardı; DP oymalıydı.
“Avrupalılar.., Amerikalılar..” buna metelik vermemiş olmalı ki, DP, onların direktiflerine uyarak, 1958’de şok bir devalüasyon, 1959’da da Cumhuriyet tarihinin ilk konsolidasyonunu yapmak zorunda kaldı.
Bayar-Menderes yönetiminin sorunu ödemeler dengesizliğini çözememek idi.
Rahmetli Özal’ın dediği gibi, “Türkiye’nin ve Osmanlı devletinin bir numaralı problemi ödemeler dengesidir. .. Türkiye’yi güçsüz bırakan problem budur” (N. Ekzen, Türkiye Kısa İktisat Tarihi, s.102-103)
Bunu çözecek stratejin yoksa, Cumhurbaşkanı’nın yakasına bir parti rozeti takılsa ne olur, takılmasa ne olur? “Başkanlık” olsa ne olur, olmasa ne olur?
Bu stratejin yoksa, partisiz(!) cumhurbaşkanıyken ekonomi nasıldıysa rozetle de öyle gidecek demektir.
Hatta “Avrupalıların, Amerikalıların” (ve Miroğlu andırmamış olsa da Rusların) Türkiye’ye karşı tavırlarındaki değişimlere bakılırsa, ekonomide de, terörde de risk artacak.
Dünyanın en görkemli kongresini de yapsan nafile.
Bitirirken “Hoca” ile helalleşmeye dair
Biliyorsunuz Davutoğlu, giderayak helallik istedi.
İyi de;
Bugün ülkemizi IŞİD-PKK ikili kanlı terör girdabına sokan “dış politika”nın mimarları, “düşünürü” ve “davranırı” olarak, Davutoğlu-Erdoğan ortak yönetimi değil miydi?
PKK terör örgütüyle görüşmelerini “çözüm süreci” etiketiyle oya tahvil ederken ve -Erdoğan’ın kendi sözleriyle- “bu süreç içinde” PKK “çok ciddi bir silah stoklaması” yaparken bunu görmezden gelen hükümette bu ikili ortak değil miydi?
İsteyen, kendi mantık ve vicdanı ölçüsünde, “helallik boynumuzun borcu, .. bütün haklarımızı helal ediyoruz” demekte özgür elbet.
Ama, doğrusu ya bu, benim hiç içimden gelmiyor.